NEHİR
Durmadan akıyordu, al aşağı kıyılarına çarparak küçük, kimi zaman iri dalgalar yaratarak nefessiz uykusuz alabildiğine uzun yoluna durmadan yürüyordu.
O, oval yüzünün alın altındaki kaşlarını yay edip ok gibi kirpiklerinin altındaki göz kaynağından nasıl da alımlı ama kimi zaman durgun, kimi zaman coşkun, usul usul öyle işte, öyle derin akıp akıp yol alıyordu. Dere çalısına bir yılan tıslamasıyla dokunur, hafif eğerek yapraklarını yalayarak, belki de okşayarak akardı. Bazen, koca bir kayaya olağanca hızıyla çarpardı. Her seferinde biraz biraz alır, bir kıyısından bir göbeğinden koca kayayı un ufak eder de giderdi. Gözleri çalım çalım. Yakamoz misali seyr eylerdi etrafı. Narin uçuşta rengarenk kelebekler göz kamaştırırcasına ve kuzular yürür, oğlaklar her iki yanından analarından bir emiş süt için. sonra tepişmek oynamak için bin bir renk cümbüşünün içinde.
Yün yıkayan kızların türkülerinde çağlar, bir ses verir cümbüş gibi. “Tin tin tini mini hanım” At koşturtan yiğitlerin cıwanların haşmetine aşıktır alır derinden göğsüne şekl eder, aks aks eder.
Yol alır, titrer, üşür, naz eder durmadan. Bir öğle üstü köy yerinden geçer. Çoban da tuzu vermiştir koyuna, pırıltısına göz merceklerini diker de koşar. İncecik dudaklarını koy verir suya ve kana kana doyumsuzca yansımasına baka baka içer. Akşam üstü güneşe eğik durur yansıtır kurda kuşa son ışıklarının kırıntılarını günün.
Bir ağıt ahengindedir gece, düşer sırtına suyun, karanlıklar da çığrışmalar, kurt ulumaları, cırcır böcekleri, uzak köylerden davul sesleri, kulaklara kadife yumuşaklığında oturan çoban kavalının iniltileri, homurdanmalar, koşan bir keşmekeş hakimdir. O, durmadan akar. Saman yolundan Zühre yıldızına ay dede ve daha niceleri.
İni cini çıkmıştır gecenin hakimliğine. Yol bilenin bilmezi sevda meşgalesinde olsa bile aşıklar, onlar yürek oyunundadır, ekmek kavgasındadır. Gündüze varmadan gümbürtüsünü kalbinin duymak zorundadır. Namlusu terlemiş keleşinkofun burnu aka dursun. Bu yerler ne yiğit görmüştür, uçurum dibinde, karıncanın rızkı olmuş. Göz bebekleri akbaba gagasında, göğsü siper, kaburgaları keskin kılıç, taşa çarpsam, uçurumdan salsam.
Bir yeni günle öpüşür, horozun ötüşüyle, üşümüş bedenini güneşe sunarak sonra gecenin kirliliğinden arınmak için kırk kez, kırk tas su.
Salkım söğüdün dalı düşer bir dalgaya, bir akıntıya. Ötede sıra sıra durmuş söğüdün kararmış gövdeleri devrilir ılıcana suyun dibine. Teneşir sanırsın cesedin böyle kabuk bağlayanı da var mıdır acep?
Durmadan akar ama durmadan kuşluk vakti. Bir kentin eteklerine sarılışı vardır yürek dağlayan. Yavrunun ana eteğine tutunuşu gibi, feryat feryattır. Gün ezan seslerinden sonra, sela okunuşu da nedendir? Yoksa boy verince çimenler bilmeden toprağımı düşürdüler çınarları? Koca gövdelerinde usta ressamın ölümsüzlük sergisini sergilediği çınarları. Akardı dedim ya! Durmadan bir sabahtan ötekine. Yıldızlar altında, güneşin koynunda, bir kızın kulak memesinin hattında ve gencin yeni terlemiş bıyıklarının yurdundan durmadan akardı durmadan...
İRFAN SARİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder