EMEĞİN SANATI'NDAN MERHABA
SANATI YAŞAMIN KALDIRACI KILMAK YA DA YENİDEN SOSYALİST GERÇEKÇİLİK
Devrim yoluyla burjuva gerçeği, sosyalist gerçeğe dönüşmeye başladığında, dünya edebiyatında da yeni bir tip gerçek kavramına gereksinme doğdu. Bu yeni bir tip gerçek kavramı, daha önceki dönemlerin büyük, estetik başarılarını devralmıştı ve tarihsel deneyim ve birikimden güç alıyordu. Baş kaldıran romantik kahramanı dikkatle inceledi. Kahraman, dış koşullar ile birey arasındaki etkileşmeden doğan gerçeklik ilkesine dayanıyordu. Bu gerçeklik, daha önce olanları aynıyla tekrarlamıyordu. Çünkü sosyalist gerçekçiliğin ele aldığı “akıl” soyut değil, tarih içinde somut bir “akıl”dı. Sonra dış koşullarla giriştiği savaşta yeni kahraman, yeni çevrenin içinde gelişmekte ve denetimi eline almakta olan yeni bir kaynaktan güç alıyordu. Sonunda yeni gerçekçilik, yeni kahramanı, —Marksçı anlamda— çevrenin belirlediği bir insan olarak yorumluyordu. Bu insan anlayışı da, her türlü bulanık düşüncenin ve otomatikleşmiş insan anlayışının tam tersiydi.
Sovyetler Birliği Komünist Partisi Programını incelediğimizde, sosyalist gerçekçiliğin ana çizgilerini de buluruz:
“Halk ile partinin birliği ve yakınlığı ilkesine bağlı SOSYALİST GERÇEKÇİ sanatta, yaşamın sanatsal açıdan yansıtılmasında gözü pek bir öncülük, dünya kültürünün ilerici geleneklerinin işlenmesinden ve geliştirilmesinden ayrılamaz... Yazarlar, ressamları yontucular, müzikçiler, tiyatro emekçileri ve film yapımcıları; çok çeşitli biçimleri , üslûpları ve türleri kullanarak yaratıcı girişimlerini ve ustalıklarını göstermede daha iyi olanaklar edineceklerdir.”
Bu saptamadan yola çıkan GORKİ, sosyalist gerçekçiliği, “Sosyalist deneyime dayalı, gerçekçi, mecazlı düşünmek” olarak tanımlar.
Görülüyor ki, sosyalist gerçekçilik, yeni bir toplum kuran ya da kurmak için eyleme geçen; bu toplumun karşılaştığı ya da karşılaşabileceği sorunlara çözüm seçenekleri oluşturan, toplumun geçirdiği süreci yansıtan bir sanat yöntemidir. Sosyalist gerçekçilik, tarihsel görevlerin yerine getirilmesini, bu görevlerin insancıl biçimde çözümlenmesini, bunun kitlelerin savaşımıyla sağlanabildiğini; bu savaşımda kitlelerin değişime uğradığını göstermeyi hedefledi. Kaldı ki bu savaşım, salt savaş alanlarında verilen açık çarpışma değil, insan ruhunda geçen iç savaşımdı. Bu iç savaşımın amacı, başkalarını yaratamayan, üretemeyen insanlar olarak gören; bilinçli disiplini hümanizme karşıt sayan, örgütlü takım çalışmasını bireyin gelişmesini engelleyici bir olgu olarak gören insanlar arasında sosyalizm karşıtı görüş ve inançları yok etmek çabasıydı. Günümüzde reel sosyalizmin gerilemeye geçişiyle birlikte kapitalizmin vahşi zafer çığlıklarının ardından yoksul emekçilere, ezilen uluslara saldırısı daha da yoğunlaşırken sosyalizmin, gerçek hümanizmin güvencesi ve tarihin yaratıcısı olarak gördüğü insanı yüceltme yolu olduğu bir kez daha ortaya çıktı. İşte Sovyetlerle birlilkte tükendiği öne sürülen sosyalist gerçekçilik dünya kitaplıklarında Gorki ile, Şolohov ile, Simonof ile, Ehrenburg ile, Mayakovski ile, Yesenin ile sürmektedir. Bu yazar ve şairlerin devrinin bittiğini ileri sürme cesaretini kim bulabilir?
Yeniden sosyalist gerçekçiliğin oluşumunun temel taşı burada atılıdır... EMEĞİN SANATI olarak sorumluluğumuz, çağımızın gelişimini ve yeni beliren çelişkileri göz önünde bulundurarak sosyalist gerçekliğin yeniden çağcıl dönüşümünü tasarlamak, yaşama geçirmektir. Sanat alanını kaplayan postmodern mantarların iç yüzlerini ortaya çıkarmak, sanat yapıtını metalaştırma çabasında olanların karşısına duvar gibi dikilmektir. Bu bağlamda “toplumcu gerçekçiler”le de karıştırılmamamız gerekir. Çünkü aramızdaki fark, diğerinin Türkçeleştirilmiş olmasının çok daha ötesindedir...Çünkü “toplumcu gerçekçi”lerin gerçekliği, düzenin duvarlarıyla sınırlıdır. Daha ilerisine gidemezler. Bir yönüyle düzenle uyumludur çabaları. Biz “yeniden sosyalist gerçekçiler” bu konuda sınırları aşma çabası ve savaşımı içinde olacağız.
Eleştirileriniz ve önerileriniz yolumuza ışık tutacaktır...
Ali Ziya Çamur
BU SAYININ SAVSÖZÜ
“Ben şu sıralar özellikle dünyada ve Türkiye’de bir uzman cahiller ordusu oluştuğunu düşünüyorum. Dünyaya ve insanlığa genel olarak atılan en büyük kazıklardan bir tanesi; prodüktiviteye yani ekonomik verimliliğe, iş verimliliğine dolayısıyla anglo-sakson pragmatizmine endeksli hayat tarzı ve uzmanlaşma modeli. Dolayısıyla da insanın kültürel olarak fakirleşmesi. Bu öyle bir hale geldi ki, şu anda Türkiye ve dünyada, “şiiri sadece şairler yazar, şarkıyı sadece şarkıcılar söyler, oyunu sadece oyuncular oynar, fıkrayı sadece fıkra uzmanları anlatır, siyaseti sadece stratejistler yada bir takım enstitülere bağlı bacak kadar çocuklar konuşur, yani hayatta insanlar işi ve uzmanlığı dışında hiçbir şey yapamaz ve konuşamaz” gibi bir genel algı var. Hedeflerimizden biri bunu kırmaktı. Çünkü bundan 20 sene önceye kadar insanlar bir rakı masasında oturuyor, biri şarkı söylüyordu biri saz çalıyordu birisi fıkra anlatıyordu, birisi de siyasetten bahsediyordu. Yani ben şunu söylemiyorum burada, “herkes profesyonel oyuncu olsun” demiyorum. Herkes Robert de Niro olmayabilir, ama herkes oyuncu olabilir.
Ben sanatın birtakım insanların eline bırakılması yerine her insanın sanat ve kültürle ilgilenmesi gerektiğini düşünüyorum, savunuyorum. Bu aynı zamanda sosyalizmin bir önerisidir. Fransız İhtilali’nin bir önerisidir. Yani ütopyadaki gibi “öğleye kadar ziraat öğleden sonra balıkçılık, akşamda roman yazma” şeklinde. Herkes şiir yazmaya çalışırsa, herkes şarkı söylerse… Kültür ve sanatla uğraşan toplumlarda şiddet, gericilik, faşizm gibi şeyler kolay kolay giremez. Bunun örnekleri ortada: bugün Küba’ya gidiyorsunuz 12 milyon nüfusun 5 milyonu profesyonel düzeyde müzikle uğraşıyor ama aynı zamanda adam diş hekimi yada başka bir meslek sahibi…” DONDURMAM GAYMAK filminin yönetmeni YÜKSEL AKSU
YAŞAM VE SANATTA
15 GÜNÜN İZDÜŞÜMÜ
KAR DOĞUDA YOLLARI HÂLÂ KESİYOR, BATI KURU !..
Kış bastırdıkça bastırıp ak ve kalın abasını dağların ve ovaların üstüne sermişken, baskı, zulüm ve yoksulluk çemberinde inim inim inleyen dünya insanlarının gözyaşları gibiymişçesine seller akarken üzerine üzerine kirli dünyamızın; ülke ve dünya güncelini de gözden ırak tutmayan bir sanat dergisine uyan, farklı bir hava yorumuyla karşınıza çıkmayı diledik.
Para tutkusu ve aç gözlülüğün kararttığı dünyayı, doğa ana kimi gözlerden sakınırcasına kardan ak bir örtüyle örtüyor. Kar, gözümüzü ve gönlümüzü şiir bahçesine akıtıyor. Dağlara vuran karla birlikte kar şiirlerinin kervanı akıyor gözümüze...
NÂZIM gibi sanki karlı kayın ormanında geceleyin bir yürüyüşe çıkıyoruz ve efkârlıyız. Uzanacak ve uzatacak bir el arıyoruz.
A.Muhip DRANAS, karla birlikte bizi başka evrenlere sürüklüyor: "Kardır yağan üstümüze geceden / Yağmurlu, karlı bir düşünceden / Ormanın uğultusuyla birlikte / Ve dört nala dümdüz bir mavilikte / Kar yağıyor üstümüze inceden"
Nevzat ÇELİK, eve tutsak bir çocuğun gözüyle bakıyor karlara: "evimin önü yokuş / sokağımı kar tutmuş / al da uç gözlerimi / kanatları gümüş kuş / al da uç'"
Cahit KÜLEBİ, karı ve kışı biraz daha karamsar karşılar: "Karanlık kış günü akşamüstü / Bırak kendini sokaklara / Git bakalım gittiğin kadar! / Freni bozuk kamyonlar gibi."
Ahmet TELLİ, en güç durumda da umudunu korur: "Buz rengindeyse bile günler, / donuk ve pusluysa da öfke / donmuş bir yeryüzü değildir / yaşamın bütün bir görüntüsü /..../Donmayan bir şey kalmıştır / düşüncenin sımsıcaklığıdır o / damarlarındaki devinimi duy / ve suyun buz altındaki akışını / Soluğun yetebilecek mi dersin / kendinden başkasına da biraz..."
Şiirsel görüntülere çevirelim biraz da gönül kameramızı. İki Temmuz Sıvas'ında yaktığımız Behçet AYSAN, bir ressam titizliğiyle aktarıyor duygularını: "savrularak inceden / yumuşak dokunuşlarla / serpilip avuç avuç usta vuruşlarla / bir çini karanfil / bir atlastan şal / sağdı puslu bulutların gri hüznünü / çatlayan yüreklerin nar kabuğu testisine / sevdalı bir gülücüğün yeşim taşlı peçesine / ve öveçler'de / bir evin gecekondu bahçesine / yağdı ilk kar."
Acaba Güneyli şairler ne söylemiş? Antalyalı Metin DEMİRTAŞ, "Tepelerde benek benek kar mendilleri" diye uzaktan kar'a sevgisini dile getiriyor. Ali Ziya ÇAMUR da, "Çam dallarında, tepelerde kar / ovalarda / başağa durmuş buğday / bulutlar ıslak / dağlar aklığın yapayalnızlığında tutsak / akar kar suları /ıslık ıslığa..." dizeleriyle Anamur'dan kar izlenim ve duygulanımlarını betimliyor.
Biz de -aşağıda- grup içinden İrfan Sari'nin kar fonlu bir şiiriyle bu kervana katılırken söze onunla başladık, yine yolun sonunu NAZIM'la bağlayalım: "Ayışığı renginde kar, / keçe çizmelerim ağır. / İçimde çalınan ıslık / beni nereye çağırır."
BEHİÇ AŞÇI’DAN MEKTUP VAR!
"Merhaba Dostlar,
Bugün açlığımın 283. günü. Benim açımdan söylenebilecek çok fazla sözün kalmadığını düşünüyorum. Bugüne kadar 7 yıl boyunca ve bu 7 yılın açlıkla geçirdiğim son 283 gününde söylenecek her ne varsa yeterince söylendi. Eksik bıraktığımız sözler kalmıştır belki. Fakat artık pek de bir önemi kalmadı, çünkü geldiğimiz aşamada artık herkes tecrit sorununun varlığını ve de bu sorunun mutlaka ortadan kalkması gerektiğini anlamış durumdadır. Bu bizim başarımızdır. Bu başarı insanlık onuruna sahip çıkan, insanlığın büyük mücadelelerle ve bu mücadelelerde ödediği onca bedelle yarattığı erdemleri yaşayan, yaşatan herkesin başarısıdır. Bedeli ağır da olsa, insanlarımızın bu insanlık suçunu görmelerini ve lanetlemelerini sağlayabildik. Böylelikle insanlığımıza sahip çıkarak, bizi yok etmelerine izin vermemiş olduk. Fakat henüz sonuca ulaşmış değiliz. Epeyce yol aldık, önümüz daha düz denilebilir. Ama hala tecrit suçu ortadan kaldırılmayı bekliyor. Bakanlık tecrit suçunu işlemeye devam etmekte hala inat ediyor. Bu inat mutlaka kırılacak. Hep birlikte biraz daha ısrarcı olup, birkaç adım daha attığımızda sonuca ulaşmak için hiçbir engel kalmadığını göreceğiz. Birliğimiz, beraberliğimiz, dayanışmamızla bunu da başarabiliriz.Zaman hızlı geçiyor. İnsanca yaşamak uğruna ölümle yarış halindeyiz. Sonucun ne olacağı biraz da sizin elinizde. Bu sorumluluğu bildiğinizi düşünüyor ve yerine getireceğinize inanıyorum. Ve biliyorum ki sonuç her ne olursa olsun, kazanan her koşulda büyük insanlık ailesi olacak. Bunu bilmenin rahatlığındayım. Bu duygularla hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum." 12.01.2007 / Avukat Behiç Aşçı
SANAT YAPITI METALAŞIRKEN
YKY, NÂZIM’I VESAYET ALTINA ALMA ÇABASINDA!..
İnternet üzerinden tüm okurların erişimine açık olan şiir sitelerinde, 5 Ocak itibariyle yayın hakları Yapı Kredi Kültür Sanat ve Yayıncılık A.Ş’ye ait olan şiirlerin yayınlanması yasaklandı. 5 Ocak ve sonrasında www.siir.gen.tr ve www.antoloji.com gibi yaygın kullanıma açık olan internet sitelerinden Nazım Hikmet, Cemal Süreyya, Ece Ayhan, Edip Cansever, İlhan Berk gibi şairlerin şiirlerini okumak isteyenler “Yapı Kredi Kültür Sanat ve Yayıncılık A.Ş.'nin isteğiyle okur erişimine kapatılmıştır” ibaresiyle karşılaştılar. Bu uygulamanın önümüzdeki günlerde giderek yaygınlaştırılmaya çalışılacağı açık.
Oysa yıllardır, birçok şairin yayın haklarını elinde bulunduran diğer yayın evleri böylesi bir densizliği yapmaktan kaçınmışlardı. YKY, bu hareketiyle kendi sanat anlayışını da hiçbir tartışmaya yer bırakmaksızın ortaya koymuş oldu. Şiir severlerin yüreğini, şairlerinse kemiklerini sızlatan bu uygulama umalım ki bankaların himayesinde sanat yapmayı marifet sayan ve bu konuda bin nasihate kulak tıkayan “sanatçılar” için de bir musibet yerine geçsin. Üstelik onlar açısından da son derece dramatik bir durum var. Tüm üretimlerini sermayeye gönüllü teslim etmiş bu “arkadaş”ların, ömrünü aynı zihniyete kafa tutarak geçiren şairlerimiz kadar kıymet-i harbiyesi yok bu piyasa zihniyetinin içinde.
Nazım Hikmet gibi devrimci bir şairimizin şiirlerinin yayın haklarının bir bankada olmasının yaratabileceği tahribatta böylelikle daha net ortaya çıkmış oldu. Gerçek şu ki Y. K.Y. ve KOÇ HOLDİNG, istediği takdirde yayın hakkına sahip olduğu şairlerin şiirlerini tümüyle ortadan kaybetme hakkına sahip. “Olmaz” demeyin ve unutmayın ki Nazım Hikmet hayattayken bir gün şiirlerinin bir banka tarafından yayınlanabilme ihtimali de zayıf görünüyordu. Yıllar önce Nazım’ın sesini kesmek için 13 yıl zindanda yatıran zihniyetle bugün Nazım’a sahip çıkıp sesini kendi piyasa zindanına hapseden zihniyet arasındaki büyük benzerlik de dikkatlerden kaçmıyor.
Sermayenin geçmişin bugünün ve geleceğin üzerinde kurduğu tahakkümün dağıtılabilmesinin önemli başlıklarından biri de piyasa kültürüne karşı toplumun ilerici kültürel değerlerine ve bu değerlerin işçiliğini yapan sanatçılarımıza sahip çıkmak, bunun kavgasını vermek olacak.
Gerçi küçümencik YKY destekli dergilerinde yürek burkuntularını kusmanın adını sanat koyanlar bu habere çok sevindi. Çünkü okuyucu kitleleri kendi çevreleriyle menkul bulunan şairciklerin kitlelere ulaşamama sorunları zaten yoktu. Kendi kapılarını kendi üstlerine kapatarak. İnternet şiirinin gelişiminden ürkenlerin ayak sesleridir bunlar. Bugün, her ne kadar içlerinde şiir ve sanat adına çeşitli olumsuzlukları ve yanlışlıkları barındırsa da, sanat ortamının çağcıl derebeylerinin surlarını İnternet’ten parçalayacağız. Kitaba, kitap okumaya karşı değiliz. Ama İnternet’in kitlelere ulaşan gücünü göz ardı edenlerin çoğu bile hâlâ İnternet üzerinden kurdukları sitelerde, antoloji.com, şiir.gen.tr gibi büyük sitelerde neden şiir yayımlamayı sürdürüyorlar?..
Çağrı
Tüm gerçek şiirseverleri, işçi ve emekçileri, aydın ve sanatçıları; Koç Holding ve Yapı Kredi Bankası’nın bu küstahlığını protesto etmeye çağırıyoruz. Şiirlerin açık erişimine koyulan yasağın kaldırılması için mücadele etmeye çağırıyoruz. “Koç Holding, Nazım’dan elini çek, şairlerimizden, şiirlerimizden eline çek! ” başlığıyla bir kampanyayı en geniş katılımla hep birlikte organize etmeye çağırıyoruz. Tüm sanatseverleri; holdinglere ve bankalara, tekelci özel mülkiyet ve asalaklığa karşı Nazım’a ve diğer tüm şairlerimize, yazarlarımıza sahip çıkmaya çağırıyoruz.
15 Ocak’ta 105. doğum yıldönümünü kutladığımız büyük şairi sınıfından koparmaya kimsenin gücü yetmeyecektir.
KAMU ÇALIŞANLARI ÖZELLEŞTİRMEYE KARŞI EYLEMDE!...
Kamu kurumlarında yaşanan sorunlar, kamu emekçilerini bir bir alana döküyor. Emekli Sandığı çalışanlarının ardından, dün de “özelleştirme” nedeniyle kamu bankalarından diğer kurumlara “sürülen” kamu çalışanları eylem yaptı.
Kamu kurumlarında yaşanan sorunlar, kamu emekçilerini bir bir alana döküyor. Emekli Sandığı çalışanlarının ardından, dün de “özelleştirme” nedeniyle kamu bankalarından diğer kurumlara “sürülen” kamu çalışanları eylem yaptı. “Özelleştirme yalanı” afişini yakan emekçiler, hükümete “ateş dili” ile “özelleştirmeleri durdur” uyarısında bulundular.
Eylem, “özelleştirme yalanı” konulu afişin bir kısmının temsilen ateşe verilmesiyle sona erdi. Çivi, hükümeti “ateş dili” ile uyardıklarını, eylemlerini sürdüreceklerini bildirdi.
F TİPİNDE ‘DAYAK ÜSTÜ PARA’
Mesane kanseri olan Odak Gazetesi yazı işleri müdürü Erol Zavar, 18 Eylül 2003 tarihinde, sağlık kontrollerini yaptırmak üzere tutuklu bulunduğu Tekirdağ F Tipi Cezaevi’nden Bayrampaşa Cezaevi’ne sevk edildi. Sevk sırasında Tekirdağ Cezaevi’nde görevli jandarmaların “çırılçıplak soyarak üst araması yapma” istemini reddetti. Bunun üzerine Zavar, jandarmaların dayaklı saldırısına maruz kaldı.
Zavar, konuyla ilgili 22 Eylül 2003 tarihinde Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığı’na, 30 Aralık 2003 tarihinde ise Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığı’na, Bayrampaşa Cezaevi’nde görevli uzman jandarma çavuş Fuat Çevik ve jandarma erler Fatih Akçakaya, Hüseyin Vuruş, Hüseyin Duyan hakkında suç duyurusunda bulundu. Ancak İstanbul Valisi Muammer Güler, “arama ve kayıt işleminde görevlilerin hiçbir kusurunun olmadığını” belirterek soruşturma izni vermedi.
Zavar’ın soruşturma isteğine “Kötü muamele yok” denilerek izin verilmezken, jandarma er Hüseyin Duyan’ın, olayın ardından bir günlük iş göremez raporu alması üzerine Zavar hakkında dava açıldı. Eyüp 1’inci Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen davada, “Duyan’ın boyun ve gırtlak bölgelerini tutup sıkarak 1 gün iş ve güçten kalacak şekilde yaralanmasına sebebiyet verdiği” sonucuna varılarak Zavar, 6 ay hapis cezasına mahkum edildi. Hapis cezası daha sonra 3 bin 600 YTL para cezasına çevrildi. Ancak para cezası, “ertelendiğinde bir daha suç işlemeyeceğine dair olumlu kanı oluşmadığından” hükmü ile ertelenmedi.
YUNANİSTAN HALKI EĞİTİMDE ÖZELLEŞTİRMEYE KARŞI AYAKTA !...
Özel üniversiteler kurulmasına dair yasa tasarısına karşı, başta eğitimciler ve öğrenciler olmak üzere Yunanistan işçi ve emekçileri ayağa kalktı
Yunanistan’da muhafazakar Yeni Demokrasi Partisi hükümeti, özel üniversiteler kurulmasına izin veren yasa tasarısını meclise sunarken, okullarda grevler ve işgaller başladı, bütün büyük kentlerde öğrenciler, eğitimciler, işçiler ve çeşitli meslek örgütleri sokaklara döküldü.
Yasa tasarısına karşı çıkan eğitim sendikaları, orta ve yüksek dereceli öğretim kurumlarında 24 saatlik grev düzenledi. Birçok lise ve üniversitede ise öğrenci birlikleri boykot ve işgallere başladı. Grev ve işgaller süresince aralarında çok sayıda üniversitenin de bulunduğu yüzlerce okulun kapalı kalacağı belirtildi.
Yunanistan Kamu Çalışanları Konfederasyonu (ADEDY) 4 saatlik iş durdurma eylemi ile greve destek olurken, çok sayıda işçi sendikası da gösterilere katıldı.
MUMİA ABU-JAMAL: SADDAM DARAĞACINDA...
"Saddam Hüseyin gitti.
Washington’daki efendilerinin var ettiği Irak Devlet Başkanı, gururunun bedelini, Şii Mehdi Ordusu’nun lideri Mukteda El Sadr’ın taraftarlarının aşağılamaları eşliğinde asılarak ödedi.
Suçu ne miydi? Şüphesiz Şii muhaliflerini katletmesi veya Iraklılara zulmetmesi değildi. Zira, bu gaddarca olayların ardından bile Amerikan elçileri, Reagan dönemindeki yetkili Donald Rumsfeld’in yaptığı gibi elini sıkarak onunla “al gülüm ver gülüm” ilişkilerini sürdürmeye ve ona savaş araçları ve kitle imha silahları aktarmaya devam ettiler.
Eğer o insanlığa karşı işlediği suçlar nedeniyle cezalandırıldıysa, ona yardım ve yataklık eden Amerikalıların durumu ne oluyor? Peki, onu silahlandırarak silah satışından büyük kârlar elde eden Batılı tacirlerin durumu? RUPE’nin yazdığına göre Irak’ı İran’a karşı silahlandırmak oldukça iyi bir işti: “Irak donatılırken canlı bir ticaret yapıldı. Esas silah kaynağı olarak İngiltere, Fransa’ya katıldı. ABD ise Irak’ın hızla büyüyen savaş harcamalarını karşılamak için Kuveyt ve Suudi Arabistan gibi müşteri ülkelerinden yüklü borç kaynakları ayarladı. ABD yönetimi, kimyasal saldırılarda kullanılmak üzere ‘püskürtmeli’ helikopterler sağladı (1998), Dow Chemicals gemisinin kimyasal maddelerinin insanlar üzerinde kullanılmasına izin verdi, füzelerin menzillerinin uzatılması için Irak’ın füze geliştirme programına teknolojik ihraca onay verdi. Ekim 1987 ve Nisan 1988’de ise Amerikan kuvvetleri, bizzat İran gemilerine ve petrol platformlarına saldırdı.” Bunlar yardım ve yataklık değilse nedir?
Saddam Hüseyin’in idamı, dizginlerinden boşanmış Amerikan gücünün uygulamalarından biriydi. Tarih bunu kanıtlayacak ancak bu, meçhule giden yolda bir anlık ışık parlaması olarak kalacak."
CHAVEZ,MORALES,ORTEGA YEMİN ETTİLER ...
Bolivya, Venezüella ve Nikaragua’nın halkçı devlet başkanları, Ortega’nın yemin töreninde bir araya geldi.
Geçen ayki seçimleri açık arayla kazanarak 6 yıllığına yeniden Venezüella Devlet Başkanı seçilen Hugo Chavez, yemin töreninde, Ernesto Che Guevara’nın “Vatan ve sosyalizm ya da ölüm” sloganını kullandı. Chavez’in müttefiki Nikaragua Devlet Başkanı Daniel Ortega da yemin ederek görevine başladı.
“Bolivarcı Sosyalizm doğrultusunda Ulusal Simon Bolivar Planları dönemi” adlı programını açıklayan Chavez, yemin törenindeki konuşmasında, “yeni bir sosyal, ekonomik ve siyasi sistem inşa ederek Venezüella usulü sosyalizmi geliştirme” sözü verdi. Chavez, “Tarihin en büyük sosyalisti İsa üzerine, mükemmel anayasa üzerine yemin ederim: Dinlenmeden, yaşamımı ve gecelerimi Venezuela sosyalizminin inşasına adayacağım. Vatan ve sosyalizm ya da ölüm” diye konuştu. Sağlığı nedeniyle onlara katılamayan Küba lideri Fidel Castro da 'sonsuz destek' mesajı yolladı.
Ortega konuşmasında, “Birlikte güç var, birlikle zafer gelir” derken, Chavez de “Nikaragua’yı Ortega’nın ellerinde görmekten kalbim coşkuyla doldu” ifadesini kullandı. Bolivar’ın kılıcının bir kopyasını Ortega’ya hediye eden Chavez, müttefiklerine “halka barış ve adalet getirmek üzere kılıçları birleştirmeleri” çağrısında bulundu.
ŞAİR ALİ AKTAŞ'I 23. ÖLÜM YILDÖNÜMÜNDE ANIYORUZ!...
Ali Aktaş 23 Ocak 1956'da doğan şair Ali Aktaş, 12 Eylül faşizmi tarafından doğum gününde 23 Ocak 1983 yılında Adana'da idam edildi. Son sözleri: " Ben insanların mutluluğu için çalıştım, mutluluğu için de ölüyorum…! "Kahrolsun Askeri Faşist Diktatörlük !" "Yaşasın devrim / Yaşasın Sosyalizm !" oldu. Anısı hep bizimle olacak!..
ONBEŞLER ÖLÜMSÜZDÜR! MUSTAFA SUPHİ YOLDAŞ ARAMIZDA!..
"Kazıdık on beşlerin ismini,
Kanlı kızıl bir mermere!
Bir çelik aynadır gözlerimiz,
On beşlerin resmini
Görmek isteyenlere..." Nazım Hikmet / 1925
On dört yoldaşıyla birlikte Mustafa SUPHİ Karadeniz'in azgın sularında can verdiğinde 1921 yılının 28 Ocak'ı 29 Ocak'a bağlayan gecesiydi. Mustafa Suphi 1883 yılında o zaman Trabzon'un bir ilçesi olan Giresun'da doğdu. İstanbul'da hukuk fakültesini bitirdikten sonra Avrupa'ya gitmiş, oradaki öğrencilik yıllarında ise sosyalist fikirlerle tanışmıştır. Anadolu halklarının içinde yaşadığı sömürü ve baskı koşullarını değiştirme mücadelesi için ülkeye döner. Ülkeye döndükten sonra öğretmenlik, gazetecilik gibi işler yaparken sosyalist düşüncelere yakın çevrelerle de bağ kurmuştur. Ülkenin içinde bulunduğu gidişatın sorumlusu olarak gördüğü saraya ve emperyalizme karşı mücadeleye atılan Mustafa Suphi, tutuklanıp Sinop kalesine sürgün edilir. Halkın aydını olma sorumluluğuyla hareket eden M. Suphi, tutsaklığa kendi elleriyle son verir. Trabzonlu motorcu Mustafa Reis'in yardımıyla on yoldaşıyla birlikte Sinop zindanından firar eder ve Karadeniz'in iri dalgalarını, mavi sularını aşarak Rusya'ya geçerler. Suphi orada Bolşeviklerin saflarında sosyalist devrim savaşına katılır. Ama onun aklı kendi vatanındadır. Anadolu halklarının emperyalizme karşı isyan ateşlerini parça parça tutuşturmaları karşısında sabırsızlanır. Bir an önce ülkeye dönebilmenin koşullarını zorlar. Rusya'da kaldıkları süre içinde diğer bir grup Türkiyeli devrimciyle birlikte Türkiye Komünist Partisi (TKP)'ni kurarlar. Ardından da Anadolu'daki kurtuluş savaşına katılabilmek için Ankara Hükümetiyle ilişkiye geçerler. Kemalist yönetim onların geri dönme isteğine olumlu cevap verir. Bunun üzerine Bakü'den yola çıkarlar. Fakat, Kemalist hükümetin ihanetinden habersizdirler.. 11 Ocak 1921'de TKP önder kadrosu Kars'a varır.. Kars'tan Erzurum'a doğru yola çıkan TKP heyeti yol boyunca hükümetin tezgâhı olan protestolara uğrar. Erzurum'da protestolar iyice artar. Bunun üzerine TKP heyeti Trabzon'a yönelir. Onları, Trabzon'da ise Mustafa Kemal’in muhafızı Topal Osman’ın örgütlediği Kahya Yahya çetesi beklemektedir. Kahya Yahya ve adamları TKP'lileri "İnebolu'ya götüreceğiz" aldatmacasıyla bir balıkçı motoruna bindirip denize açılırlar. Fakat motor Karadeniz'de fazla yol almadan çetenin adamları Mustafa Suphi ve on dört yoldaşına saldırarak onları katlederler. Tarihin bu dönemine, bu büyük katliamla birlikte yazılır Karadeniz'in adı
29 Ocak 1921’de Karadeniz’de söndürülmek istenilen kıvılcım bugün yolumuzu aydınlatıyor. Bu kıvılcım Kızıldere’de, Çiftehavuzlar’da, Dersim’de, Karadeniz dağlarında, Toroslarda ve Ege dağlarında, 19 Aralık’ta, 19 Aralık’tan F Tipi Hapishanelere... alev olup büyüdü. Mustafa Suphi ve yoldaşlarını saygıyla anıyor, uğruna öldükleri inançlarına sahip çıkıldığını belirtiyoruz. Anıları mücadelemizde yaşıyor.
NOT: E-Dergimize yapıt göndermek isteyen dostlar, emegin_sanati@mynet.com adresine gönderebilirler. Ayrıca grubumuza üye olarak, grup adresi yoluyla da bizlerle ilişki kurabilirsiniz: http://gruplar.antoloji.com/emegin-sanati Google Grup E-Posta Adresi: emegin_sanati@googlegroups.com Facebook Grup Adresi: http://www.facebook.com/album.php?aid=9847&id=100000398597738&saved#!/group.php?gid=25084311107 Twitter Adresi: http://twitter.com/#!/emeginsanati Emeğin Sanatı E-Kitaplığı: http://issuu.com/emeginsanati