1 Mart 2007 Perşembe

EMEĞİN SANATI'NDAN 7. MERHABA







Merhaba Emek Dostları, 

7. Sayımızla gene karşınızdayız. Dergimiz sizlerin katkısıyla giderek gelişiyor, okur sayısı  çoğalıyor. Bu durum  bizi,  daha titiz ve özenli  bir dergi sunma  çabasına yöneltmektedir.  Şubat ayı içinde dergimiz okur sayısını beş misline katlamıştır. Daha önce günlük 5-6   geçmeyen konuk sayısı, şubat atılımıyla birlikte  günlük 20-60 arasında değişen bir sayıya ulaşmıştır.  Bu sonuç, dünle karşılaştırılınca sevindirici, yarınlar açısından yeterli değildir elbet.... Konukların yanında e-postamıza ürünler de gelmeye başladı. Her sayımızda bir tane bu ürünlere yer vermeye çalışacağız.  

6. Sayımızda  Babür Pınar arkadaşımızın “Sosyalist Gerçekçilik” başlıklı yazısı altındaki “yorum bölümünde  tartışmalar da gelişti.. Kimileri beğenirken, kimileri gereksiz, kimileri de anlamsız bulmuştu.   Elbet herkesin sanata farklı perspektiflerden bakması doğal.   Ama bizim sanatsal tavrımız da belli. Öncelikle şunu vurgulamak gerekir. Sanatın çıkış noktası, “güzel”in kaynağı eylemdir. Bir sanat yapıtını başarılı kılan da yapımındaki emektir. Her sanat verimi, bir taşın üzerine yeni bir taş koyma edimine tanıklık eder.  İşte bizim sanat anlayışımızda, bu emeği öne çıkarmak, emeksiz üretilen mızmız, içbükey sanat yapıtları arasından sıyrılıp sesimizi yükseltmek önem taşımaktadır.    Sosyalist gerçekçi sanatın basit, insana seslenmenin kolay olduğunu, sanatın düzeyini düşürdüğünü ileri sürenler görmediği, ya da görmek istemediği nokta şudur: Sanatından ödün vermeksizin, ilkelliğe, şematikliğe ve popülistliğe kapılmaksızın, devrimci bir tutumla emek için, insan için yazmak , yazarken de yazdıklarının kitlelerin nabzında atabilmesi hiç de kolay değildir.  

Sosyalist gerçekçilerin güncelde kaldığını bu nedenle yarına kalamayacaklarını söylemeye dili varanların Nâzım Hikmet’i görmezden  gelmelerine ne demeli.  Elbette güncel gerçekçiliğin önünde sığlık ve geçicilik gibi önemli tuzaklar vardır.   Asım Bezirci, bu tuzaklara düşmemenin yolunu  gösteriyor: “Süreklilik ve derinliğe varmak isteyen sanatçı, çelişkiler düzenini göz önünde tutmak zorundadır. Bunun için, ele aldığı gerçekliği belirleyen özgül çelişkiyi bulmalı, onun adı geçen temel, yan ve dış çelişkilerle ilintilerini araştırmalıdır. Özgül çelişkiyi oluşturan karşıtlardan değiştirici ve tutucu olanları ayırt etmelidir. Gerçekliği, değiştirici karşıta göre sergilemelidir. Çünkü değiştirici karşıt, geleceğin tohumudur.  Bunu başarabilmek için de, sanatçı, olayların izleyicisi değil, olayların önünde gitmesi,  yolun ilerisini aydınlatması gerekir." 

Biz yeniden sosyalist gerçekçiler için geçerli olan, sanatı donduran ölçütler değil,  canlı bir sanatın canlı bir estetiğidir.  Burjuva  sanatçılarından ayrılan bir diğer önemli yanımızda parçalayıcı değil,  çözümleyici oluşumuzdur. Bizim sanat anlayışımız, dayatmacı değil, tam tersine zorlamacılığa ve tekelciliğe olmaktır. Kısacası yeniden sosyalist gerçekçilik, toplum ve doğa içindeki insan gerçekliğinin imgesel bir yolla ve estetik bir biçimle dile getirilmesidir. Bu dile getirmede, daha doğrusu temsil etmede temel öğe insandır.


         BU SAYININ SAVSÖZÜ

Turuncu kapitalizm sürüyor. Son evreye giriyoruz. 2007 yılında yeni bienal yapılacak. Şu ana kadar piyasada biriken okullarını bitirmiş 20.000 civarında genç sanatçı bu ve diğer bienalleri bekliyor. 2009 yılında bir bienal daha yapılacak, 2010 yılında ise İstanbul dünya kültür başkenti. 460.000.000 Euro şu anda hazır, projeleri bekliyor. Bekleyen bekleyene. Daha çok beklerler. Bu Euroları almak için 'sivil sermaye örgütleri' çoktan sıraya girmiş durumda. Bienali, müzeleri kuran örgütlerin aynıları düzenliyor. Amaç fonlardan kültüre giden paraları tekrar içeriye düşürmek, üyeleri veya müritleri sanatçılar olan bir sektör yaratıp kapitalin parçası yapmak, geçtiğimiz yıllarda gerçekleşen reklam şirketlerinin satışı gibi sanat galerileri yabancı ortak alacak ya da satılacak. Küçük galeriler kapanacak.kurala göre olması gereken olacak, güncelleşmiş sanat fuarı denemesi yapıldı bile. Ekonomik sıkıntı içinde olan galeriler (çoğu) her türlü öneriyi olumlu değerlendirme eğiliminde olacaklar, ya da amatörce ve kaliteyi düşürerek ayakta kalma yollarını arayacaklar, sanatın gelişmesi için hiç de iyi bir yol değil. Mevcut koleksiyoncuların ellerindeki sanat eserlerinin fiyatları düşecek, mezatlarda her türlü anlaşma yapılacak tefeciler, borsacılar, antikacılar, sahteciler devreye girecek, mafya ortada dönen bu büyük pasta ile ilgilenecek, sanat eserinin satışı çekle-senetle olacak, çekler ödenmeyecek, hacizler yapılacak, aç kalan ressamların resimleri 50-100 dolara düşecek, sanatçı ile alıcının buluşmaması için karteller kurulacak, Galeri Baraz gibi Mustafa Taviloğlu gibi büyük koleksiyoncu ve galeriler müze projelerini erteleyecekler, Akmerkez’de sergiler, Nişantaşı’nda vitrinlerde resimler sergilenecek, bunlara karşı gibi duran ama aslında çanak tutan sanatçı grupları oluşacak, yeterli içeriğe sahip olmadığı için, sosyal duruş bile gösterse varoşu tariften öteye gidemeyen gün geçtikçe züppeleşen sanatçılar çoğalacak, akademiklerin çoğu içe kapanacak, hocaların gizli ilişkileri ortaya çıkacak (masonluk vs), heykelciler soyuta yönelecek, heykellerin üretim süreleri kısalacak, 15-20 günlük hızlı heykel üretme festivalleri yapılacak, bu dev mermer anıtlar özellikle yeni gelişen kentlerin sağına soluna konulacak, polyesterin olanakları nedeniyle bir dönem sonra heykel adı altında dev patlıcanlar, biberler, domatesler, piliçler, horozlar vs. kent meydanlarını dolduracak, Las Vegas gibi..  

Bu olanlara 'TURUNCU DEVRİM' denir. 2010'a endekslidir. Ekonomideki gerileme ile ters çalışır. Süreç tamamlandığı zaman, ülkenin sanatçıları, akılları karışmış, artisan yetenekleri körelmiş, çoğu sanal malzemeye yönelmiş, baştan aşağı emek olan sanatı, artistik bir dokunuş olarak tarif eden, boyayı tanımıyan, pop ve çizgi romandan beslenen, sanatçının soruları ilk soran kişi olması gerektiğini bilmeden yaşıyan, şehirlerin içinde koşuşturan kişilere dönüşürler. Trafikte bir aşağı bir yukarı gitmeye çalışırken, sanat düşünmek, beste yapmak, atölyeye gidildiği zaman, bir an önce esrimeye çalışmak, içmek, çok içmek. Bu arada işini ayarlayan, lüks araçlar satın alıp şöförler tutarlar, Şişli’de bir apartıman, indirimli toplu alışverişler, ev, araba takasları.önemli olan bazı konulara hiç dokunmamaktır. Osmanlı’dan iyi iş çıkar, çok sayıda sanatçı bu karmaşık mirası derinlemesine incelemeden, adeta bir montaj yaparak iyi para kazanır. Her zaman işe yarar. Kaliteli sanatçılar işin kaymağını götürürler, aforoz edilmekten alegori yaparak kurtulurlar.'mış' gibi.   YAVUZ TANYELİ


YAŞAM VE SANATTA 
15 GÜNÜN İZDÜŞÜMÜ



DİYARBAKIR ÖYKÜ GÜNLERİNDE  ÖYKÜNÜN YANISIRA 
KÜRT ÖYKÜCÜLÜĞÜ TARTIŞILDI...


13 Şubat günü başlayan öykü günlerinin açılış konuşmasını yapan Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Sosyal Projelerden Sorumlu Başkan Danışmanı Muharrem Erbey, Mezopotamya’da sözlü edebiyat geleneğinin güçlü Kürt yorumcuları Çîrokbêj ve Dengbêjler sayesinde öykü anlatma geleneğiyle bugüne kadar geldiğini belirtti. “Öykü, kısa anlatımıyla demokrattır” diyen Erbey, öykü gününün genç, yaşlı tüm yazarların öykülere yerel, bölgesel, uluslararası düzeylerde değer vermeyi hedeflediğini kaydetti.  Adnan Binyazar, yaşadığı en büyük mutluluğun Diyarbakır’da yaşamak olduğunu söyleyerek, kendi çocukluğunda yaşadığı bazı anıları katılımcılarla paylaştı. Öykünün duyumsanan acıya ulaşıp dil oluşturmak olduğunu belirten Binyazar, “Yazarlık seviyesiz espiri yapmak değildir. Türkiye bunların işgali altındadır. Güzelliği çürüttünüz mü yeryüzünde yaşanacak yer kalmaz. Anekdot anlatmak edebiyat değildir. Edebiyat sonsuzdur” diye konuştu.

Diyarbakır’da okuma oranının düşük olduğuna işaret eden Binyazar, “Okumayan toplum fikir de üretemez. Herkes toplumun başındakiler gibi bilgili olmalıdır” diye belirtti. Etkinlik, Yazar Fırat Cewherî’nin yaptığı Kürtçe konuşmanın ardından, Yazar Edip Polat ve Dilawer Zeraq’ın katılımıyla ‘1990 Sonrası Kürt Öykücülüğü’ konulu panelle devam etti.   

Panelde, Yazar Yavuz Ekinci, Şair-Yazar Vecdi Erbay, Mehmet Çetin ile Adnan Binyazar sunumda bulundu. Panelde sunumda bulunan Yazar Yavuz Ekinci, mekanın edebiyat nehrinin zorunlu yatağı olduğunu belirterek, “Bu yatak nehrin kendisine de şekil verir. Dolayısıyla kahramanın üzerinde etkileri yadsınamaz” dedi.  Şair, yazar Vecdi Erbay da öykülerinde isim ve yer adı vermek istemediğini buna rağmen insan öykünün nerede geçtiğini kendisinin hissetmesini arzuladığını söyledi. İsimlerin bir mekana işaret edebileceği gerekçesiyle kullanmadığını anlatan Erbay, Yılan hikayesinde mekanın yılanın çocukta yarattığı korku ve dehşet olduğunu, Kar hikayesinde ise kafası kopan sığırcığın açık ağzına düşen kar taneciği olduğunu söyledi.  Şair Yazar Mehmet Çetin ise, yaşlıların her soruya veya soruna bir meselle cevap verdiğine dikkat çekerek, öyküde mekan ilişkisinin nasıl yapıldığını bilmediğini belirtti. “Galiba bize mekansızlığı reva gördüler” diyen Çetin, bunun kaçınılmaz olarak edebi metinlere de yansıdığını söyledi. Katılımcılardan Adnan Binyazar da dünya edebiyatının giderek bir türsüzlüğe gittiğine işaret ederek sanatın subjektif olduğunu belirtti. Binyazar, yazarın biçimle sınırlandırılmaması gerektiğini söyledi. 

 Panelde geleneksel-modern Kürt öykücülüğünde kullanılan dil, yine modernizm, postmodernizm ve sürrealizm gibi kavram ve akımların etkileri tartışıldı. Bunun yanında Kürt öykücülüğünde kullanılan dil, kent ile ilişkisi ve edebi niteliği de izleyicilerin soru ve katkılarıyla etraflıca konuşuldu.

                     

 14 ŞUBAT DÜNYA ÖYKÜ GÜNÜ ÇEŞİTLİ ETKİNLİKLERLE KUTLANDI 

Sait Faik’in  “Bir insanı sevmekle başlar her şey” sözlerinden yola çıkarak ilk kez 2002 yılında Edebiyatçılar Derneği tarafından başlatılan 14 Şubat Dünya Öykü Günü kutlamaları, 2003 yılında Uluslararası PEN Kongresi’nde kabul edildi ve dünyaya yayıldı.  Bu yıl Dünya Öykü Günü kutlaması, NotosÖykü dergisi ve Fransız Kültür Merkezi ile ortaklaşa yapıldı. Kutlamada usta öykücü Nezihe Meriç’in kaleme aldığı 2007 Dünya Öykü Günü Bildirisi okundu. Meriç bildiride, “ Hepimiz, bakar, görür, düşünür, konuşur, dinleriz. Sonra, yaşamın bir ucundan tutar başlarız öyküler üretmeye. Öykü yaşamdır. Öykü bir iksirdir. Onsuz olunmaz” dedi. Gecede Tahsin Yücel’in “Sabahattin Ali’nin 100. Yılı” ve Ahmet Soysal’ın “Maurice Blanchot’nun 100. Yılı” başlıklı konuşmalarının ardından geçen yıl kaybettiğimiz yazar ve yayıncı Erdal Öz’ün anısına hazırlanan dia gösterisini oğlu Can Öz sundu.

                   
ŞAİR ADNAN SATICIYI  YİTİRDİK!

Yeni Türkü ve Behçet Aysan şiir ödülleri sahibi Adnan Satıcı, tedavi gördüğü Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde 15 Şubat günü,  45 yaşında hayatını kaybetti.  

Diyarbakır'da 1962 yılında doğan Satıcı, Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi. Edebiyat öğretmenliğinin yanı sıra yazarlık da yapan Satıcı'nın şiirleri, Edebiyat ve Eleştiri, Evrensel Kültür, Papirüs, Sanat Rehberi, Yarın, Yaşam İçin Şiir, Yeni Düşün, Yeni Olgu gibi dergilerde yayınlandı.  1983 Yeni Türkü Şiir Ödülü ve 1995 Behçet Aysan Şiir Ödülü sahibi Satıcı'nın 1985'te Ülkesiz Şarkılar, 1994'te Yerçekimine Uyan Portakal Çiçeği, 1996'da Dokuzuncu Blues, 1999'da ise Hep Unutur Uzaklardaki adlı kitapları yayımlandı.  

Yazar Aydın Çubukçu, Adnan  Satıcı’nın  ardından acısını dile getirerek, “En çok isyan kaldı ondan geriye. İsyanı, başeğmemesi, hiçbir aşağılık insanla uyuşmazlığı kaldı. Bol bol toplayalım onları. Sadece kendimize değil diğer insanlara da, emekçilere, yoksullara, çocuklara da dağıtalım. Bir türkü ölürse eğer ancak, ona da ‘öldü’ diyebiliriz” diye konuştu.

Şair Şükrü Erbaş ise Satıcı’nın bugün mazlum halkların, kültürlerin, kimliklerin özgürlüğüne dair bir türkü okuduğunu anlatarak, “Yalancı bir öfkeydi Adnan” diye konuştu. Yazar Hicri İzgörün ise ona iyi bakamadığını üzüntüyle ifade ederek, ona sadece Diyarbakır’dan bir avuç toprak getirebildiğini söyledi. Namık Kuyumcu da O’nun çok iyi bir insan, çok iyi bir şair ve devrimci olduğunu dile getirerek, özgür bir dilin özgün şiirlerini yazdığını söyledi.

                

           

ULAŞ BARDAKÇI 35. ÖLÜM YILDÖNÜMÜNDE UNUTULMADI...  
               
12 Mart döneminin devrimci önderlerinden olan 19 Şubat 1972'de İstanbul Arnavutköy'de katledilen Ulaş Bardakçı, ölümünün 35. yılında da unutulmadı. 68'liler Dayanışma Derneği, Ankara 78'liler Derneği, ÖDP, Halkevleri üyeleri dün Bardakçı'nın Karşıyaka Mezarlığı'ndaki gömütü başında bir araya geldi. Bardakçı'nın mücadele arkadaşları olan Mahir Çayan ve Hüseyin Cevahir'in de fotoğraflarının açıldığı anmada sık sık "Mahir, Hüseyin, Ulaş Kurtuluşa Kadar Savaş", "Faşizme Karşı Omuz Omuza" sloganları atıldı. Ankara 78'liler Derneği Başkanı Ruşen Sümbüloğlu, Ulaş Bardakçı'nın mezarı başında yaptığı konuşmada, Türkiye'nin 12 Mart sürecine nasıl geldiğini anlatarak, Bardakçı'nın bu süreçte oynadığı role dikkat çekti. Nihat Erim Hükümeti'nin "Balyoz Harekatı" sırasında Bardakçı'nın tutuklandığını daha sonra cezaevinden firar ettiğini belirten Sümbüloğlu., "19 Şubat 1972 günü Arnavutköy'de kaldığı ev kuşatıldı. Ulaş Bardakçı, son kurşununa kadar çatıştı ve sabaha karşı şehit düştü. Ulaş Bardakçı, teslim olmaktansa, dövüşerek ölmenin devrimci mirasını yaratanlardan biri olması nedeniyle tarihimizdeki önemli yerini almıştır" dedi. Sümbüloğlu konuşmasına şöyle devam etti: "Cuntacıların yargılanarak yaptıkları her şey için halka hesap vermesi; 12 Mart ve 12 Eylül rejiminin tasfiye edilmesi Ulaş'ı ve bu yolda can vermiş tüm devrimcileri rahat uyutacaktır. Gün gelecek devran dönecek darbeciler halka hesap verecek."

                                                

MADEN KAZASI DEĞİL,  CİNAYETLER SÜRÜYOR !


Balıkesir bu kez Dursunbey'deki bir maden ocağında yaşanan göçükte hayatını kaybeden 3 işçinin yasını tutuyor. Özel sektör tarafından işletilen maden ocaklarında gereken önlemlerin alınmaması nedeniyle meydana gelen göçükler sürüyor. Dursunbey ilçesinde Özçevre Madencilik tarafından işletilen bir madende göçük meydana geldi. 24 Şubat gecesi  saat 02.00 sularında 230 metre derinlikteki galeride meydana gelen göçükte Ali Küçük, Mustafa Kuş, Mehmet Alp isimli işçiler yaşamını yitirirken, bir işçi de ağır yaralandı.  Bölgedeki madenlerde bugüne kadar 22 işçinin öldüğü, kazalara ise işçilere gereken eğitimin verilmemesinin ve güvenlik önlemlerindeki eksikliklerin yol açtığı belirtiliyor.  

İki gün arayla yaşanan iki felakette 5 işçinin hayatını kaybetmesine rağmen, katliama davetiye çıkaran duyarsızlık sürüyor. Bir işçinin su çekmek için göçük yaşanan madene sokulduğu bildiriliyor.  Yeraltına indirilen işçilerin gereken mesleki eğitimden yoksun olmaları da kazaları artıran bir diğer etken. Madenlerde genellikle çevre köylerden toplam 1150 işçinin çalıştığı ve işçilerin çalışmaya başlamadan önce hiçbir eğitime tabi tutulmadıkları, sadece madene inmeden bir kaç gün önce ocakta nasıl davranacaklarına dair yüzeysel bilgiler verildiği belirtiliyor.  

Kazanın yaşandığı madende çalışan bir maden işçisi, işçilerin sendikal faaliyette bulunmalarına kesinlikle izin verilmediğini, sendikal çalışma yapanların hızlıca işten çıkarıldığını söyledi.

Emekli bir maden işçisi ise, Sentaş Madencilik'te 1 Haziran 2006 tarihinde meydana gelen kazadan önce işçilerin sendikalaşma çalışmaları yürüttüklerini, ancak geçen sene Dursunbey'de 17 işçinin göçük sonucu hayatını kaybettiği ocağın sahibi Erhan Ortaköylü'nün bu işçileri işten çıkardığını söyledi. Oğlunu 13 yıl önce maden kazasında kaybeden emekli bir maden işçisi ise, kepçe operatörü olan bir işçinin sendikalı olmak istemesi üzerine açık madenden yeraltına gönderildiğini ve bir kazada hayatını kaybettiğini belirtti. İşçiler "çalışma şartlarından şikayetçi olduklarını, ama örgütlü olmadıklarından hiçbir şey yapamadıklarını" ifade ettiler. İşçilerin verdiği bilgiye göre, şu anda işe yeni başlayan ve 8 saat çalışan bir işçi asgari ücret, kıdemli bir işçi ise 690 YTL alıyor.  

Koç, Sabancı gibi en büyük gruplar da dahil olmak üzere irili ufaklı patronlar kömüre hücum etmiş durumda. Kömür ruhsatlarında patlama yaşanıyor. Bu ilginin ardındaki en önemli nedeni doğalgaz temininde yaşanan sıkıntılar ve fiyatlardaki artış. Kömür sahalarının özel sektöre devrinin hızlanmasıyla birlikte maden kazalarındaki artışa neden oldu.

                                      

KÜRESEL BAK PANELİNE CİNDY SHEEHAN DA KATILDI...


KÜRESEL BARIŞ VE ADALET KOALİSYONU, 26 Şubatta,  Ankara Üniversitesi Aziz Köklü Konferans Salonu'nda "SAVAŞSIZ BİR DÜNYA MÜMKÜN" konulu bir panel düzenlendi. Panelde konuşan ABD'li asker annesi Cindy Sheehan, Irak'taki ABD askerlerinin derhal geri çekilmesini istedi. Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu tarafından savaş karşıtı etkinlikleri katılmak için Türkiye'ye davet edilen ABD'li asker annesi Cindy Sheehan, ABD'li tüm asker annelerinin haykırışını dile getirdi. Panele konuşmacı olarak Cindy Sheehan, gazeteci Ece Temelkuran, KESK Genel Başkanı İsmail Hakkı Tombul ve A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden Doç. Dr. Filiz Çulha Zabcı katıldı.  

Konferans salonunda “Welcome Mom” yazılı pankart açan savaş ve işgal karşıtları, Cindy Sheehan'ın zafer işaretleriyle yanıtlandı.  Cindy Sheehan panelde yaptığı konuşmada, ABD'de barış hareketinin üstün gelemediğini ve sonuç olarak Irak'ın işgal edildiğini söyledi. İspanya ve İngiltere gibi ülkelerin asker göndererek Katil Bush çetesinin suç ortağı olduğunu ifade eden Sheehan, askerlerin geri çekilmesi talebine kulakların tıkalı olduğunu söyleyerek, “Maalesef bizim isteklerimiz hala yerine getirilmiyor” şeklinde konuştu. Dünyadaki bütün hakların savaşa karşı seslerini yükselmesini isteyen Sheehan, işgalci ABD askerlerinin Irak’tan hemen geri çekilmesi gerektiğini belirtti. Amerikan askerlerinin de evlerine geri dönmek istediğine dikkat çeken Sheehan, bütün insanlığı Bush rejimine karşı el ele vermeye çağırdı.  

ABD'nin İran'a yönelik tehditlerine de değinen Sheehan, “Bu konuda birlik olmalıyız. Dünyada yeni cinayetleri, yeni yıkımları engellemek için bir arada olmalıyız.” dedi. Bush’un derhal görevden alınmasını gerektiğini belirten Sheehan, onu durduracak tek hareketin cezaevine konulması olduğunu söyledi. Sheehan, “Ben Amerika’ya karşı değilim, Bush’a karşıyım. Bush bütün dünyayı yıkıma uğratıyor. Onun yüzünden en büyük oğlumu toprağa verdim” diyerek acısını dile getirdi.  

Sheehan’ın ardından söz alan KESK Genel Başkanı İsmail Hakkı Tombul, Türkiye'nin Irak'a asker göndermesi için hazırlanan tezkerenin 1 Mart eylemi ile engellendiğine dikkat çektiği konuşmasında, “Türkiye’de bu pastadan dilimini almalı almazsa bir dilim başımıza çok iş getirir dediler ama hesaba katmadıkları bir şey vardı: Yüzbinler” dedi. Türkiye’deki savaş ve işgal karşıtlarının, İran ve Suriye’ye yönelik tehditlere karşı mücadele etmesi gerektiğine dikkat çeken Tombul, 20 Mart günü yapılacak eyleme çağrı yaptı.

                     

1940 KUŞAĞI SOSYALİST ŞAİRLERİNDEN A.KADİR’İ  
22. ÖLÜM YILDÖNÜMÜNDE ANIYORUZ
                                              

'A. Kadir' adıyla tanınan şair İbrahim Abdülkadir Meriçboyu, 1985'te 68 yaşındayken İstanbul'da hayata veda etti. 

01 Mart 1985 tarihinde 68 yaşında iken  yitirdiğimiz Şair A. Kadir, 1917'de İstanbul'da doğdu. İlk şiirleri 1930'da 'Ali Karasu' imzasıyla yayımlandı. Başlangıçta Abdülkadir Meriçboyu adıyla Faruk Nafiz Çamlıbel ile Necip Fazıl etkisinde şiirler yazdı. Ankara Cezaevi'nde Nazım Hikmet'le kalınca şiir ve dünya görüşünde önemli değişikler oldu. 'Ses' ve 'Yeni Edebiyat' dergilerinde yayınlanan şiirlerinde Nazım Hikmet etkisi açıkça bellidir.  Yurt sevgisini dile getiren ilk kitabı 'Tebliğ'de bir yandan savaşa karşı çıkarken bir yandan da yoksul Türk insanını gerçekçi bir bakışla yansıttı. Bireysel dramı toplumsal sorunların birlikteliği içinde ele aldı.

Olgunluk dönemi şiirlerinde konuşma diline yakın bir dil kullandı; türküler, halk şiiri ve gelenekleri motiflerinden yararlandı. Yoksulluk, sürgün, hapis acılarını yaşayan insanın duygularını, iyi, doğru ve eşitliğe olan özlemini yalınlık, gerçeklik ve coşkuyla yansıttı. Çarpıcı bitişler, yinelemeler, iç uyaklar ve ses uyumları belli başlı şiirsel biçimi oldu. 1940'lı yılların sosyalist  gerçekçi şiirinin ortak temaları ve biçimleriyle, Orhan Veli kuşağının bazı söyleyiş özelliklerini kaynaştırarak sentezci bir şiire ulaştı.  Sosyalist gerçekçi şiirimizin öncü adlarından A.Kadir’i saygıyla anıyoruz.

        
ARKADAŞIMIZ EVİN OKÇUOĞLU TÜYAP BURSA KİTAP FUARINDA 
KİTAPLARINI İMZALAYACAK!..

EMEĞİN SANATI  Grubu Katılımcılarından arkadaşımız Evin Okçuoğlu, TUYAP Bursa Fuarında 3-11 Mart arası ATP yayınları standında İmza Gününe katılacak. Şiir, çocuk öyküleri ve  şiirleri, öykü ve çeviri yapıtları bulunan Evin Okçuoğlu,  Fuardaki imza  gününde şu kitaplarını tanıtıp imzalayacak: Kosovalı Kız Zana(Çeviri roman), Sakın Kızma Anne( çocuk öyküleri) Çocuk Emeği Öyküleri(öykü), Toprak Öyküleri (öykü), Şiir Bahçesi (çocuk şiirleri), Ünlü Besteciler (biyografi)

              

8 MART DÜNYA  EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ, 
ÇEŞİTLİ EYLEM VE ETKİNLİKLERLE  KUTLANACAK!....

                       

Kadınlar yürüyor!..  Eski çağlardan yeni çağlara.... Alınlarında yağmur yağmur dökülmüş terler. Bıçak bıçak acılara dayana dayana yürüyor kadınlar yine sekiz martlarda aydınlık yarınları kurmaya!


Kadınlar yürüyor!...  Damar damar topraklarla, ekin ekin başaklarla, savaşa karşı sıkılmış yumruklarıyla kurmak için barışı.... Ninnilerden ağıtlara dize dize acıları dizerek yüreklerine yürüyor kadınlar yaşam acısına, evlât acısına son olsun diye!

           
Kadınlar yürüyor!... Burcu burcu çiçeklerle, dalga dalga denizlerle yedi iklim dört bucakta  yaşanılası bir dünya için...  Omuzlarına binerken çağların ağır yükü,  yoluna dikilirken kara cehalet ; yürüyor kadınlar karanlık geceleri şafağın çelik potasına dökmeye!

           
Kadınlar yürüyor!... Sevgi sevgi güllerle, yürek yürek türkülerle, barış güvercinlerini özgür alınlarından yükseltmek için göklere...  Ayakları altında açılırken yolları uygarlığın,  yürüyor kadınlar, çağdaş uygarlığın ibrişimli dokusunu çile çile, yumak yumak örmeye!

           
Kadınlar yürüyor!...  Nakış nakış kilimlerle, ışıl ışıl beyinlerle, nasırlı elleriyle varmak için güzelliklere... And Dağlarından  Fellûce  yollarına yeniden taşır gibi direnişi; dikilerek savaş tacirlerinin karşısına, yürüyor kadınlar, yedi iklim dört bucağa barışın nakışını çizmeğe.          

           
Kadınlar yürüyor!..  Çıra çıra gözlerle, dağdan, düzden esen yelle, bayrak bayrak adımlarla ters çevirmek için kara yazgılarını...  Tacize, şiddete, dayağa ve zulme boyun eğmemek için yürüyor kadınlar kara bahtlarını ak etmeğe!


Kadınlar yürüyor!... Nefes nefes destanlarla, umut umut çocuklarla, beşikteki bebelerle savaşsız bir dünya için... Göz yaşları pınar pınar bir daha sulamasın diye tüm ırmakları; unutulmasın  diye  yaşamı yaratan emekleri  ıssız dağ koyaklarında ahlatlar gibi; yürüyor kadınlar, ateşi ilk bulan, tekerleği ilk çeviren elleriyle yaşamın destanını yazmaya! (ALİ ZİYA ÇAMUR)




NOT: E-Dergimize yapıt göndermek isteyen dostlar, emegin_sanati@mynet.com adresine gönderebilirler.  Ayrıca grubumuza üye olarak, grup adresi yoluyla da bizlerle ilişki kurabilirsiniz: http://gruplar.antoloji.com/emegin-sanati Google Grup E-Posta Adresi: emegin_sanati@googlegroups.com Facebook Grup Adresi: http://www.facebook.com/album.php?aid=9847&id=100000398597738&saved#!/group.php?gid=25084311107 Twitter Adresi: http://twitter.com/#!/emeginsanati  Emeğin Sanatı E-Kitaplığı: http://issuu.com/emeginsanati


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder