1 Mart 2007 Perşembe

ŞEREF ÖZTÜRK (Usta): ÜSREF USTA



ÜSREF USTA



                

                                                                                             

Kahveden içeri telaşla giren İzoleci Rıza usta kendi kendine söyleniyordu:

-Bunlardan da bir şey olmaz. Kendilerine devrimci bilmem ne sendikası diyorlar da ne olacak, arabanın benzin parasını sendikada aralarında toplamışlar,  deyince göçmen elektrikçi Üsref efendi oynadığı oyunu bırakıp:

-Benden bu kadar, dedi.  

Ana vatana gelirken ne umutları vardı. Önce çocuklarını anlı şanlı Türk bayrağı altında yaşatacak gavur mezalimini çocuklarına tattırmayacaktı. Üstelik ezan sesleri arasında Müslüman olmanın ayırdına varacağını sanıyordu. Kendince geldiği yere memleket dememeye özenle dikkat eder, "Esas memleketimizde kimse git daha öteye demeyecekti ne kendisine ne çocuklarına.” İyi bir eğitimle aldığı diploma ile güzel bir maaş almayı da umut ediyordu ama diplomasının çalışma bakanlığınca onaylanıp tercüme edilerek gelmesi tam dört yıl sürmüştü. Kahvede Rıza ustadan duydukları üzerine “Gidip bakayım şu bizim yaramaz çocuğa günlerdir çadırda yatıp kalkıyor işçilerle birlikte. Hem annesi merak etmeye başladı, hem de bir şeyler anlatmanın vakti geldi," diye düşünerek çadırın yolunu tuttu.  

Neresinden başlayıp anlatmalıydı çocuk bu, ne sınıf meselesini bilir ne de emek-sermaye kavgasının en ortasında devletin onların anladığı manada fakirin yanında olmadığını nasıl anlayacak. Gene de anlatmayı deneyecekti. Tito'nun döneminde az çok aldıkları eğitim, sınıflar konusunu anlamasına neden olmuştu. Çağının en yeni akımı o dönem için değişik bir söylem olan faşizmin girdiği her ülkenin gençlerine parlak vaatlerle dünyaya hâkim olacağı fikrini aşılamış, serüvenci gençlik kesiminin bir çoğunu cezbetmeyi başarmış, arkalarından gitmelerini sağlamıştı.  

Diğer yandan Tito, partizanlarını toplayıp değişen dünyada kendi çıkış yollarını bulmanın inşa çalışmalarına başlamıştı bile. Ama çoğu Müslüman kesimin çocuklarından olmak üzere, Hitler'in yeni dünyasında süslü hikâyelere inanmayı daha sıcak buluyordu. Üstelik Türkler de Almanların yanında yer almıştı bu savaş yıllarında.  

Dönüşlerinde Alman faşizmine yaptıkları hizmet askerlikten sayılmayınca Tito'nun da askeri olmuşlardı. İki düşünce arasındaki farkı yaşamadan anlamanın tek yolu bu konuda ya eğitim almaktı ya da yaşayarak çağına tanık olarak öğrenebilmekti.  

Oğluna bunları dili döndüğünce anlatmaya çalışacaktı. Aklına gelmesi bile onu çok şaşırtacak bir şeyle karşılaştı. Eline çizgi roman alıp okumayan yaramaz çocuk kalınca bir kitap alıp öylesine dalmıştı ki okumaya, çadırdan içeri giren babasını bile görmemişti.  

Göçmen usta çadırdaki işçileri selamladıktan sonra,

-Annesi biraz hastadır “Git bak çucuguma ne yapay?” dedi geldim bakayım diyerek, müsadenizle eve gütürecim. Temsilci Hasan,

-Olur Üsref Usta gitsin tabii, kaç gündür gece gündüz burada. Ama merak etmeyesin, hiçbir tarafa gitmedi, hep buradaydı, diye göçmen ustayı rahatlatmaya çalıştı.

-Ben bileyim ama annedir merak etmiştır, diyerek müsaade alarak çadırdan ayrıldılar.  

Nazmi ilk defa babasını bu kadar kendine yakın ve sıcak buldu. Daha önce aralarında herhangi bir konuda görüş alışverişi bir yana, baba-oğul ilişkisinde en ufak diyalog yaşamamış olan Nazmi babasını büyük bir dikkatle dinlemek üzere ne söyleyeceğini anlamaya çalışırken içine bir korku düştü. Acaba annesine bir şey mi olmuştu? Hemen sordu merak ve panikle. Babası,

-Yok be çocuğum, dedikten sonra, bu sefer doğru bir telaffuzla  onun için gelmedim, seninle biraz konuşalım bu meseleleri istedim. Yolumuz uzun, eve gidinceye kadar ne anlatırsam dikkatli dinleyesin isterim. dedi.  

Nazmi bir yandan hâlâ o kuşkuyu içinden atamadan ne söyleyeceğini merak ediyor bir an önce söze girmesini istiyordu..

-Bileysın biz hem Alaman'a hem da Tito'ya askerlik yaptık. İkisi farklıdırler. Dünya'ya farklı bakarler. Birinin adı faşizimdir ütekisi kominizımdır. Biz buraya niçin geldık. Ne kominizmaya ne faşizma yem olmayalım kendi bayragımız altında islah yaşayalım..  Ama gürdüm ki burada da demokrasi var dediler o da yokmiş. Buraya demokrasi daha 40 sene gelmez, sen günlerdir eve gelmeysın. O kadar çabuk hiçbir şey olmaz. Önce sendikacılar sendikacılığı öğrenecek.  Bunun sarisi kırmızisi ayrılacak, işçi de bilecek hangisi ne boyadadır. Sonra bunlardan hükümet, kimi susturmak isterse önce prova edecek olmazse nasıl sendikalanaysınız siz, onlarda yani patronlar hem kendileri için hem işçiler için sendikalar kuracakler. Gestapo dünyanın her tarafında kendi gibi düşünen insanlar yetişsin diye çok pare harcatır. Onlardan değilseniz size “kominist” diyecekler “dininiz elden gitti” diyecekler. “Vatanınız gitti” diyecekler. Öbürleri de boş durmayacak. “alın teriniz çalınıyor”, “neka küfte oka ekmek” diyecekler. Böyle bir telâşenin arasında un ufak olmayasın diye geldim bunları sana anlatayım. Bir memlekette bu işlerin düzelmesi için herkesin çok okumasi lazım, bilsinler lazım sistem nedir, kim ne istey, kim ne süley. Bunlari bilmek için önce öğrenmek lazımdır.  

Dünyada bu her tarafta yaşanmıştır. Kimi çabuk geçmiştir sınıfını, kimi yavaş. Ama bilesin ki sınıflar vardır ve sınıfını unutmayasın, hainlik yapmayasın.  İşçinin alın terini bir gün pazarlık etmek zorunda kalırsan, sakın satmayasın. Bundan peygamber bile korkmuştur. Ah’lı iştir, mutlak bir yerinden çıkar.  Sen çekmezsen çocukların çeker, torunların çeker, ama mutlak çıkar, ödenir cezası öbür tarafa kalmadan.

                                         ***

Göçmen Üsref Usta bir yıl sonra  yaşama veda etti. Kim bilir daha neler anlatmıştı Nazmi’nin kafasına girenler sadece bunlardı. Ta ki, on yıl sonra tekrar direnişe geçen kazan fabrikası işçilerinin başında Nazmi komite üyesi oldu. O günlerde, meydana siyasi partilerden Bozbeyli'nin adı bile unutulan partisinin astığı kocaman pankartta “Sınıf yok, millet var” diyen sloganına inat babasının vasiyetine sıkı sıkıya sarılan Nazmi, elinden geldiğince mantık süzgecinden iki kez geçirmediği hiçbir tartışmaya, hele siyasilerle hiç girmezdi. Dört aya yakın süren direnişin tam ortasına düşen bu pankart köyün meydanından, bizzat Nazmi tarafından, parti başkanı ikna edilerek indirtildi. Halkı kandırmaya gelen siyasi parti başkanı, bu ülkede sınıflar olduğunu kabul ederek genel kurullarında bu slogandan vazgeçeceklerini halkın önünde söz vererek kabul etmişti.  

Nazmi'nin aklından çıkmayan bir şey daha vardı ki, babasına söz vermişti kimseye söylemeyeceğine dair. "Bu millet bir gün haklılığını kabul ettirmek için örgütlenmeyi de öğrenecektir ama o zaman hükümeti yönetenler sendikaları yönetenleri hükümeti yönetmeye davet edeceklerdir, asıl korkmanız gereken zaman o zamandır. Oraya gönderdiğiniz adamlar sınıfını unuturlarsa öbürlerinden fazla zarar verir." demişti. "Tüm çabalarınıza ve sendikacılık biter. Sivil toplum örgütlerinin güdümünde hareket etmek zorunda kalırsınız. Güçlü sendikalar da sivil toplum örgütlerinin lokomotifi olmayı başarırlarsa bilesin ki o ülkeye demokrasi gelmek üzere yola çıkmıştır." demişti.  

Kırk yıldan fazla süren bu sürece rağmen demokrasi henüz gelememişti. Nazmi Usta’nın çocukları otuz yıl önce babalarının direnişine katıldıkları pankartı çeyizlerinde saklıyorlardı “Dedemden esirgenen, babama verilsin” yazıyordu iki küçük kızın kartona yazılmış pankartında. Demokrasi hâlâ gelemedi.  

Bu kış komünizm gelecek diyenler ülkeyi kırk yıl yönettiler. Ne demokrasi geldi, ne bu kışlardan birinde komünizm. Dört yüz milyon lira ile yaşama sanatının bütün inceliklerini öğrenen Nazmi usta, dedelerine de babalarına da verilmeyen haklarının kendi mücadelelerini yeterince yapamadıkları için öbür tarafa gitmeden eziyetini çekeceğini Üsref Ustadan öğrenmişti. Öğrenmesine de geç öğrenmiş ve ödemeye başlamıştı bedelini. Tek bir insanın alın terini kimseye peşkeş çekmediği halde. O pankart taşıyan küçük kızların yardımları ile yaşama tutunmaya çalışarak ve hâlâ “Yaşasın işçi sınıfının haklı mücadelesi!” sloganını dilinden düşürmeden. İşçilerin mutlaka güçlü örgütlenme ile hâlâ söz sahibi olabileceklerine olan inancını hiç yitirmeden…  



ŞEREF ÖZTÜRK (Usta)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder