1 Ocak 2007 Pazartesi

EMEĞİN SANATI'NDAN 3. MERHABA




EMEĞİN SANATI'NDAN MERHABA

Sanatta pek çok şey, sanatçının kişiliğine ve görüşlerine bağlıdır. Tek ve aynı nesnel gerçeği, her şeyden memnun olan, varolan tüm gerçeği olağan bulan sanatçıyla, olaylara ve olgulara  eleştirel yaklaşan sanatçılar farklı görürler. İşte bu fark,  düş ile gerçek arasındaki çelişkinin dramatik biçimde farkında olan, ama kötülüğün düzeltilemez olduğuna inanan sanatçıyla,    her şeyin iyiye doğru geliştirilebileceğine inanan, sanatını toplumsal kalkınmanın hizmetine adayan sosyalist gerçekçi  sanatçı arasındaki farktır. 

EMEĞİN SANATI,  hep arka planda kalmış olanları tarihin ön safına çıkarmanın sanatsal mücadelesini verme amacıyla yola çıktı. Postmodernizmin yoğun saldırısı altındaki sanat alanında yeniden sosyalist gerçekçilik ateşini –şimdilik- internet  üzerinden tutuşturuyoruz.

Elbette sanat alanında gelişmeye ayak uydurabilmek için, bir yöntemi kaldırıp onun yerine başka bir yöntem getirmek yetmez; insanın çağında olanlara karşı duyarlı olması, yaşamı tanıması ve yaşamın akışını doğru algılayabilmesi gerekir.  Sanatın  gerçekle, okur ya da izleyicinin de sanatla ilişkisini çözümleyebilmek her zaman önemlidir.  Okur ya da izleyicinin gerçekle ilişkisini çözümleyebilmek çok daha önemlidir.  İşte EMEĞİN SANATI’nın çizgisi budur: “Gerçek” ölçütüne çağdaş bir anlam kazandırmaktır. Sosyalist gerçekçi sanatçılar olarak,   devrimci tavır ve  tarihsel sorumluluğumuzu  emeğe ve insana saygıda birleştirdik.  Ancak bu birlikteliğimiz sanata ve insana yaklaşımımızda, toplumsal sorunlara bakışımızdadır elbet.  Buna karşın, her birimiz, sanatı yepyeni buluşlarla zenginleştirerek,  kendi bireysel arayışlarımızı sürdürmekten de geri kalmayız. 

İşte bu sayımızda da  son on beş günün toplumsal ve yaşamsal yoğunluğunun izdüşümünü yansıtmanın yanında;  estetiği, sanatta nesnel yasaların varlığını asla yadsımayan, hatta bu yasaların kesinliğini vurgularken, toplumsal yaşamın temel yasalarıyla  aralarındaki ilişkileri ve karşılıklı etkileri üzerine yapıtlarını kuran sanatçı dostlarımızın yapıtlarını bulacaksınız.... Eleştirileriniz ve önerileriniz  yolumuza ışık  tutacaktır...

Yapıt göndermek isteyen dostlar, yapıtlarını  emegin_sanati@mynet.com adresine gönderebilirler... 


BU SAYININ SAVSÖZÜ 

"Gerçek sanatla kapitalizmin sanata bakışı arasında muazzam bir çelişki var gibi görünüyor. Ortada bir sanat yapıtı olduğunda (çağdaş veya eski) bir bakıma onun 'işlevi', diğer bir deyişle 'ne yaptığı' ve sözüm ona 'değeri' (diyelim ki kaç para olduğu) hesaplanamaz. Bu çok çok basit, zira ortada bir sanat yapıtı vardır, birileri ona bakar, onu okur, onun içinden geçer ve bunun sonucunda içlerinde bazı küçük şeyler değişir. Ve içlerinde küçük de olsa bazı şeyler değişmişse, o zaman hayatı nasıl anladıkları, hayatlarındaki öncelikler ve nasıl davrandıkları da azar azar değişecek demektir... Bunun nedeni sanat yapıtının yaşattığı deneyimdir. Ve bir insanın davranışındaki küçücük bir değişim, diğer insanları da edciler... Mevzu bahis sanat yapıtını da görmeyenleri bile. Ve bu yüzden sanat yapıtının etkisini asla hesaplayamazsınız. Onu sayılara indirgeyemezsiniz... Sanat yapıtı bir 'best-seller'in kaç nüsha satıldığından menkûl sayısal mantığa itaat etmez. Ayı zamanda egemen bir kültürde yaşıyoruz, ben buna artık 'tiranlık' diyorum ve bu kültürde her şey maliyete ve paraya indirgeniyor... Bu sadece adaletsiz değil, saçma da..."  JOHN BERGER



YAŞAM VE SANATTA 
15 GÜNÜN  İZDÜŞÜMÜ



YENİ YILINIZ KUTLU OLSUN!....



MERHABA 2007
Biz ellili yıllarda doğanlar, ellileri kitaplardan öğrendik. Altmışları şöyle böyle yarı genç - yarı çocuk tanıdık. Bu yıllardan belleğimize iz vuran 27 Mayıs İnkılâbı, Talat AYDEMİR’in ihtilal denemesi ve altmış sekiz kuşağının anılarıdır. 

Yetmişli yıllarda bizler de yavaş yavaş devreye girmeye başladık. Yeni yetmelikten delikanlılığa geçiş ve gençlik evremizi, yine darbelerle süslenen yetmişlerde yaşadık.  12 Mart Muhtırası sanki bizim için verilmişti.  12 Eylül de bizler için tezgâhlandı.

Kan, kin, nefret ve barut kokan yetmişlerden seksenlere girdiğimizde sular durulmaya başladı.Önce zindanlarda  ellerimizi, kollarımızı, ayaklarımızı, gözlerimizi bağladılar. Sonra da ailelerimiz, “Aman başlarına bir çorap örmesinler!” diyerek başımızı bağlamaya çalıştılar. “Benim memurum işini bilir” devri açılmıştı ama biz işimizi bilemedik.Doksanları, geçim sıkıntısı, medarı maişet motorunu yüzdürme çabası ve çıkan, inen ama hep vatandaşın sırtına binen  iktidarlarla geçirdik. 2 Temmuz Sivas’ında kavrulduk, 17 Ağustos’ta sarsıldık, her seçimde darasız tartıldık.

Geldik ikibinlere... Milenyum milenyum derken krizlerle, bunalımlarla inim inim inlemeye başladık. Bir türlü olimpiyatları konuk eyleyemedik. Ama futbolda  millî gururumuz şahlanışa geçti.  İMF’den ve AB’den cüzdanımıza ve onurumuza goller yerken, onların kalelerini de biz delik deşik ettik. Bir eli silahlı, bir eli bayraklı yurttaşlarımızla sevinçten çıldırarak, su gibi benzin yakarak ve ulusal onurumuza çakmak çakarak caddelerde tur attık. 

Bu arada dünyanın efendiliğine talip birileri Sovyetler Birliğini allem kullem aradan kaldırdıktan sonra kamçısını Asya’nın ve Ortadoğu’nun üstüne savurmaya başladı..Önce Afganistan seferine çıkıldı.. Buna kimsenin gık’ı çıkmadı. Çünkü orada çağdışı bir yönetim, insanları bin dört yüz yıl önceki bir yaşamı sürmeye zorluyordu. Geçmişin birikimi anıtlar, yontular kırılıyordu... Uygar dünya (!)  bu Talibanlara dersini verdiği için ABD’ye ne kadar teşekkür etse de azdı.

 Eeee ABD bu... Bir defa kan tadı almasın. Bu kez,  gözünü Saddam adlı bir başka  zorbanın ülkesine çevirdi. Herhalde buna da kimse bir şey diyemezdi. Üstelik savaş denen oyun çok pahalıydı ve petrole çooookkk gereksinme vardı. Gene uygar dünyanın (!) gözleri önünde, onlardan birkaçını da yanına alarak günlerce bombaladı, vurdu, yıktı.. Sonra... Sonrası girmesine girdi ama çıkmasına çıkamadı.... Bir batak içersinde dönüp durmaya başladı...   Gene de eli dursa gözü durmuyor, gözü dursa ağzı durmuyor emperyalist ABD’nin.. Bakalım daha nerelere çomak sokacak... Gerçi  o çomağın ucu önce Vietnam’da kırılmıştı. Irak’ta  da ortasından “cart!” diye kırılıverdi.  Bakalım kalanını nerelere uzatmaya çalışacaklar.....

Ülkemizde de acayip işler çoğalmaya durdu.. Beceriksiz, hortumcu ve iş birlikçi parti ve politikacılara ders vermek isteyen halkımız, o eski partilerden klonlanmış bir partiyi çoğunlukla başa getirdi...  Tüccar kafalı hükümet, bütün dengeleri alt üst etme çabasında. Emeğe kamçı, zengine yamçı üretmekten, AB kapısında  titreşmekten, ara sıra dinsel dönüşüm denemeleri yapmaktan başka bir şey yaptıkları yok.

Veeee... orta yaşlılıktan yaşlılığa kaydığımız, ufak-tefekten kaygı vericiliğe uzanan sağlık sorunlarıyla karşılaştığımız şu günlerde, ne kadar zorda, ne kadar darda da olsak seninle kucaklaşmanın mutluluğunu yaşıyoruz İKİBİNYEDİ.

Yükün ağır mı ağır. İşin zor mu zor. Beceriksiz siyasetçilerin bozduklarını yapmak; para ve tutkuları uğruna dünyayı kana boyayan eli kanlı emperyalist ülke politikacılarının, din, kin ve milliyet tacirlerinin oyunlarını bozarak barışı yeniden dünyaya egemen kılmak sana düşüyor. Bize  düşense  sadece bir umut! Yüreğimizde sürekli yeşeren, düşlerimizdeki güneşi bile bizi ısıtan gelecek güzel günlerin umudu....
Kolay gelsin!                                                   


AVUKAT BEHİÇ AŞÇI, AÇLIK GREVİNDE 270 GÜNÜ AŞARKEN 
HÜKÜMETİN KULAKLARI SAĞIR! 


Ölüm orucunda 270. günü aşan Avukat Behiç Aşçı ile ilgili eylem ve etkinlikler, yürüyüşler, ziyaretler sürüyor.  Eğitim-Sen Başkanı ve beraberindeki heyeti kabul eden Behiç Aşçı, iyaret sırasında TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın ailesi ile görüşmesini değerlendirdi: "Muhatabımız adalet bakanıdır. Herkes tecridi tartışıyor, bir tek bakan tartışmıyor" diyen Aşçı, 'iyileştirme' adı altında yapılan girişimlere kuşkuyla baktıklarını söyleyerek, somut adımlar görmek istediklerini belirtti. 

Bülent Arınç'ın "Oruç sonlandırılsın, Ocak ayında iyileştirmeler yapılacaktır" şeklindeki açıklamalarına da değinen Behiç Aşçı, "Ocak ayından sonra bir çalışma yapabiliriz ama önce ölüm orucu sonlandırılmalıdır. Bu çalışma nasıl bir çalışma olacak? Bu tür açıklamalar hep güvensizlik uyandırmıştır.19 aralık operasyonları, F tipi ve infaz kanunu iyileştirmek için yapılan şeylerdi. Üç aydır bir iyileştirmeden söz ediliyor ama kimse ayrıntılı bir bilgi vermiyor. Böyle olunca rahatsızlığımız çok daha fazla artıyor. Bir iyileştirme programı varsa açıklansın, bizde ölüm orucumuzu bitirelim, niye uzatalım. Bizde illa ölüm orucu yapalım diye ısrarlı değiliz. İyileştirme adı altında yeni bir hak gaspını gündeme getirebilirler" dedi. Aşçı, iyileştirme planını görmek istediklerini bir kez daha vurguladı.

Bu görüşmenin ardından Adalet bakanı bir açıklama yaparak, Behiç Aşçı'yı teröristlerin yönlendirdiğini ima etti. Bu olay üzerine Meclis Başkanı da görüşmekten duyduğu pişmanlığı dile getirdi.....

           

TÜSİAD GENE SAÇMALADI: "Memurlar lehine ayrımcı karar"

Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD), Anayasa Mahkemesi'nin Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası'yla ilgili kararının, memurlar lehine ayrımcılık yarattığını savundu. TÜSİAD'dan yapılan yazılı açıklamada,Anayasa Mahkemesi'nin,Yasa'nın emeklilik yaşı, prim gün sayısı gibi temeldüzenlemelerini 'kamugörevlileri' yönünden iptal etmesi, tüm çalışanlarıilgilendiren sosyal güvenlikreformunda, kamu görevlileri lehine ayrıcalık veayrımcılık yaratan bir kararolmuştur. Reformun temel esaslarından geri adım atılmadan,yasanın1 Ocak 2007 olan yürürlük tarihi, kesinlikle seçim sonrasına bırakılmadan,belirli bir süre ertelenerek TBMM'de yeniden ele alınması sağlanmalıdır" denildi.  İnsanî olan her şeye karşı olan bu sermaye kulübü; tüm emekçiler açlık sınırının altında bir yaşam sürerken en küçük "kâr"larından bile vazgeçemiyor, hükümetten düzeltilmesini talep ediyorlar....  Emekçi düşmanı TÜSİAD ülkemiz emekçilerine "ar" etmeden, daha çok  "kâr"  için sürünmeyi lâyık görüyor....  TÜSİAD'ın bu talebine en sert tepkiyi Tüm Emekliler Sendikası Genel Başkanı Veli Beysülen sert tepki gösterdi. Beysülen, "Bu açıklama, sermayenin ülkedeki gelirin daha adil dağıtılmasının araçlarından biri olan sosyal güvenlikten rahatsız olduğunu açıkça gösteriyor" dedi.

TÜSİAD'ın açıklamasının altında, özel, bireysel emeklilik ve özel sağlık sistemlerinin hayata geçirilmesi, sosyal güvenlik ile sağlığın piyasaya açılarak bu hizmetlerden rant geliri elde edilmesi ve sermayeye kaynak aktarılması isteği olduğunu belirten Beysülen, "TÜSİAD bilmelidir ki, Türkiye'de sosyal güvenliğin, bugün içine düşürüldüğü durumun asıl nedeni, ülkeyi ucuz emek cenneti haline getiren taşeronlaşma ve kaçak işçiliktir. Yıllardır çalışanların sendikal örgütlenmesini engellemek için büyük işletmeler küçük parçalara bölündü, çalışanlar örgütsüz, kayıtdışı ve ilkel koşullarda çalıştırıldı" diye konuştu. "Bütün bu politikalarda Türkiye'de en etkin işveren örgütü olan TÜSİAD en büyük pay sahibidir" diyen Beysülen, TÜSİAD'ın önce kendi üyelerinin taşeron eliyle kayıtdışı istihdam uygulamalarına karşı çıkarak, milyonlarca çalışanın yok sayılmasına karşı tedbir alması gerektiğini söyledi. Beysülen, "Yıllarca kayıtdışı çalıştırmayı uygulayarak, ülkenin ucuz emek pazarı haline getirilmesini teşvik edecek, işçilerden kesildiği halde sosyal güvenlik kurumlarına yatırılmayan primlerin ve gecikme faizlerinin affedilmesi için kulisler yürüteceksiniz, sonra da sosyal güvenliğe aktarılan devlet kadcısını bahane göstererek, anayasal haklardan olan yurttaşların sağlık ve sosyal güvenlik haklarının ortadan kaldırılmasını isteyeceksiniz" açıklamasını yaptı.


MARAŞ’IN SORUMLULARI YARGILANSIN , 
KATLİAMIN ARDINDAKİ GERÇEKLER AYDINLATILSIN

Maraş katliamının 28. yıldönümünde düzenlenen eylemlerde katliamın aydınlatılması talep edildi 

Başbakan Bülent Ecevit’in arşivinden çıkan belgeler doğrultusunda, olayın planlayıcıları olarak MİT’in ve Türkeş’in adının karıştığı Maraş katliamı, düzenlenen eylemlerle protesto edildi. Gerici-faşist güçlerin saldırıları sonucu 21-24 Aralık 1978 tarihleri arasında yaşanan ve Türkiye’yi 12 Eylül darbesine götüren sürecin önemli dönemeçlerinden biri olan Maraş katliamı, 28’inci yıldönümünde eylemlerle lanetlendi.

Ankara ‘78’liler Derneği öncülüğünde oluşturulan Darbe Karşıtı Platform üyeleri, 100’ü aşkın insanın katledildiği, Alevilerin kenti terk etmek zorunda kaldığı, sonucunda 13 ilde sıkıyönetim ilan edildiği Maraş katliamını lanetleyerek, katliamın mutlaka aydınlatılması gerektiğini söylediler.

Ankara ‘78’liler Derneği Başkanı Ruşen Sümbüloğlu, “Bugün artık daha bir netlikte görüyoruz ki egemen sınıfların emperyalizmin güdümünde tezgahladığı Maraş katliamı gibi sayısız katliamın ardındaki gerçekler, tüm yönleriyle aydınlatılmadan ülkemizdeki demokrasi mücadelesinin başarıya ulaşması ihtimali yoktur” dedi. Sümbüloğlu, devrimcilerin o yıllarda, sağ-sol, Alevi-Sünni çatışması olmadığını, faşist katliamların yaşandığını söylediğini hatırlatarak 12 Eylül darbe düzeninin, sistemli katliamlarına ve ayrılıkçı politikalarına devam ettiğini dile getirdi. Maraş katliamının mutlaka aydınlatılması gerektiğini söyleyen Sümbüloğlu, üzerinden geçen bunca zamana rağmen katliamı unutmadıklarını, unutamayacaklarını ifade etti.


   EKVATORDA DA İKTİDAR SOL'UN: CORREA'DAN 7 KADIN BAKAN...

GEÇEN ay yapılan devlet başkanlığı seçimlerini solcu aday Rafael Correa'nın kazanmasıyla Latin Amerika'da Venezüela'nın başını çektiği sol kervana katılma umudu yükselen Ekvador'da, Correa'nın 17 kişilik kabinesinde 7 kadın bakan olarak atanırken, kadınların getirildiği önemli bakanlıklar arasında Savunma Bakanlığı dikkat çekti. Rafael Correa,kadın-erkek eşitliğine ulaşılması için çalışacağını, başarıya ulaşamasalar da çok yaklaşacaklarını söyledi. Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez'in dostu ve müttefiki olan Correa, geçen ay yapılan seçimleri ikinci turda kazanmıştı. Kabinesini belirleyen Correa, 15 Ocak'ta yemin ederek devlet başkanlığı görevini üstlenecek.


    


TEKELLERE KARŞI TEK BAŞINA SİNEMA:NURİ BİLGE CEYLAN
             


Çok fazla sermayeye gerek olmadan, yürek ve beyinle de  film çekilebileceğini gösteren Nuri Bilge Ceylan, ABD'de yılın en iyi yönetmenleri arasında gösterildi. 2006'da ABD'de gösterime giren tüm filmler içinde 'İklimler'le Ceylan yılın en iyi yönetmeni değerlendirmesinde altıncı oldu. Toplam 189 filmin incelendiği Indiewire dergisinin geleneksel anketinde, 2006 yılında ABD'de gösterime giren filmler arasında "İklimler" 12. sıraya yerleşti.Dalında da  "İklimler"in görüntü yönetmeni Gökhan Tiryaki 5. sıraya yerleşti. . "İklimler" in başrol oyuncusu Ebru Ceylan ise 25. sırada yer aldı. Sözün özü, beynini ve yüreğini sermayenin buyruğuna  değil kendi düşlerinin emrine sunanlar, yollarını caf caflı reklamlara ve kulislere gerek kalmadan kendi kendileri açacaklardır... Yeter ki değer kıyma makinesi sermayenin başta çekici gibi gelen vaatlerine  aldanılmasın


11. BURSA EDEBİYAT GÜNLERİ KAPSAMINDA
EDEBİYATIMIZDA "KADIN" KONUSU TARTIŞILDI.

Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin bu yıl 11.’sini düzenlediği Edebiyat Günleri, ünlü yazar ve şairleri Bursalı edebiyat severlerle buluşturdu. Etkinliklerin ilk konusu “edebiyat ve kadın” olarak belirlendi.  Panel ve toplantılarda “Yazın Dünyamızda Kadın”, “Tiyatroda Kadın”, “Yazar Kadınların Kadın Tiplemeleri”, “Okur ve Edebiyatta Cinsiyetçi Bakış”, “Toplumda Kadın-Tiyatroda Kadın” konuları işlendi. Edebiyat Günleri’nin 2. gününde Bursa Kent Müzesi’nde gerçekleştirilen ‘Yazın Dünyamızda Kadın’ konulu Mine Ergen’in oturum başkanlığını yaptığı panelde, kadının edebiyattaki yeri ele alındı. Bilgesu Erenus’un “Tiyatroda Kadın”, Mediha Göbenli’nin “Yazar Kadınların Kadın Tiplemeleri”, Tülin Tankut’un “Okur ve Edebiyatta Cinsiyetçi Bakış” ve Ülker Köksal’ın da “Toplumda Kadın-Tiyatroda Kadın” başlıklı konuşmalarında kadın yazarlar, kadınların birçok alanda olduğu gibi edebiyatta da ayrımcılığa uğradığını dile getirdiler.

Panelin ardından atölye çalışmasında Şair Baki Ayhan, şiir yazma usulleri hakkında bilgi verdi. Ayhan’ın yanı sıra Sennuz Sezer, Küçük İskender, Salih Bolat, Sezai Sarıoğlu, Zeynep Uzunbay, Ömer Erdem, Murat Batmankaya, Metin Celal, Nurduran Duman, Metin Önal, İhsan Deniz, Mustafa Efe ve Hilmi Haşal’ın da katıldığı atölye çalışmasında genç şairler, ünlü kalemlerden işin ustalığını öğrendiler.

Edebiyat Günleri’nin diğer etkinliğinde ise Tayyare Kültür Merkezi’nde Hande Öğüt “Öykücü, Romancı Sevim Burak”, Mahmut Temizyürek “İki Öncü Yazar: Leyla Erbil-Latife Tekin”, Necmiye Alpay “1990’lardan Günümüze Kadın Şairler”, Yakup Deliömeroğlu “Avrasya’da Türk Edebiyatı Çalışmaları”, Zeynep Uzunbay “Gülten Akın’ın Şiirinde Kadın” ve Salih Bolat, “Kadın Şairler Ne Kadar Kadın” konularında 20’şer dakika görüşlerini dile getirdiler.


  HEDEF DAHA ÇOK ÖYKÜ... 

Kül dergisi, farklı bir format ile öyküyü geniş kitlelerle buluşturmayı ve genç öykücülerin önünü açma adna  gazetesi formatıyla Kül Öykü adıyla yayınlanmaya başladı. Art arda kapanan öykü dergileri, genç öykücülerin yer bulamamaktan yakındığı edebiyat dergileri yeni bir arayışı gündeme getirdi. Aylık olarak yayınlanan Kül Öykü gazetesi, “sadece öykü ile ilgilenenlerin değil herkesin okuyabileceği” bir öykü yayını olma iddiasında... Kül Öykü Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Bilal Kolbüken yayın politikalarını şöyle özetledi:

“Dergilerin kapanmasının asıl nedeni, yani öykü dergiciliğinin ya da daha genel anlamıyla ele alırsak, edebiyat dergilerinin yara almasının en büyük nedeni editörlerin yayın politikalarıdır diye düşünüyorum. Kendisine öykü gönderen yazarına yanıt bile vermeyen, büyük bir çoğunluğu genç bir nüfusa sahip olan ülkede genç yazarlara yer vermeyen dergilerin yazarlar tarafından takip edilmesini beklemek ne kadar doğru olur? Yayımladıkları öykü ve şiirlerle nitelikten uzaklaşan dergilerin okuyucu tarafından takip edilmesini beklemek ne kadar doğru olur?

Bizim gazete biçimini seçmemizdeki temel etken öykü türünün yediden yetmişe herkes tarafından okunabilir, takip edilebilir bir tür olduğuna inanmamız ve 500-1000 arasında kalan sınırlı okur kitlesi ile değil onbinlerle ifade edebileceğimiz okura ulaşma kaygımızdır. Ayrıca öykü dergilerimizin tarihini incelediğimizde öykü dergilerinin çok büyük bir çoğunluğunun iki aylık olarak yayın yaptıklarını görüyoruz, aylık bir gazetenin öykücülüğüme biraz daha dinamizm katacağını düşünüyoruz. Daha anlaşılabilir, daha keyifli bir yayıncılık yapacağız... Polisiye, mizah, korku, her türlü öykü türüne yer vereceğiz, ayrıca her sayıda diğer dillerden, özellikte Türkçe ye pek çevrilmeyen ülkelerden ve yazarlardan öyküler yayımlayacağız. Fiyatımızı da herkesin alabileceği bir rakamda tutacağız, gazetemiz 1 YTL olacak. Gazete, tabloit boyda 40-48 sayfa olacak... Aylık olarak yayınlanacak... Hedefimiz nitelikli edebiyatı keyifli bir şekilde sunmak... Öykünün, insanların sempatisini kazanmasını, dolayısıyla öykü türünün yaygınlaşmasını ve daha çok öykü okunmasını sağlamak... “


METİN GÖKTEPE'Yİ ANIYORUZ!

Metin Göktepe'nin 8 Ocak 1996 günü  "faili malûm" bir cinayete kurban gitmesi olayı,  onun  Ümraniye Cezaevi olaylarında öldürülen Rıza Boydaş ile Orhan Özen adlı iki tutuklunun cenaze töreni ile başlar. Metin'in izleyeceği cenaze töreni "olay çıkmaması" için polis tarafından ailelerinden bile kaçırılarak operasyonel biçimde yapılıyor. Alibeyköy Mezarlığı gazetecilerden arındırılmış bölge haline getiriliyor. Cumhuriyet'ten Kerem Ilgaz, UBA'dan Satı Kaya, Yeni Yüzyıl'dan Murat İnceoğlu ve Evrensel'den Metin Göktepe mezarlığa girmek için ısrar edince komiser muavini "Sen fazla konuştun" diyerek Metin'i gözaltına alır. Ardından da Kerem Ilgaz'ın kollarını arkaya kıvırarak tutuklar. 

İki gazeteciye kimlikler soruluyor. Kerem'in Cumhuriyet'te olması, faili meçhule karşı "caydırıcı" etki yapar: "Onu bırakın başınıza iş alırsınız!" Metin, muhalif basından olduğu için güvenlik kuvvetleri kendilerini alabildiğine özgür hissederier. Metin'i son gören Murat ve Kerem olur.Ancak ertesi gün ölü olarak bulunan Metin Göktepe için devlet adına İstanbul Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar, Göktepe'nin sandalyeden düşerek öldüğünü açıklıyordu. İçişleri Bakanı Teoman Ünüsan ise sandalyenin yüksekliği konusunda kuşku duyduğundan olsa gerek, "Metin Göktepe duvardan düşerek öldü, bize gelen bilgiler bu şekilde" diyordu.

Metin Göktepe'nin yaşamını yitirdiği cehennem Eyüp Spor Salonu'nda kurulmuştu. Toplam bin 52 kişi gözaltına alınmıştı. Metin "Ben Evrensel muhabiriyim, gazeteciyim" diyordu.  Gözaltına alınanlar arasında bulunan Deniz Özcan, "özel muameleyi" şöyle anlatıyordu:"O sırada Metin getirildi. Amirlerden biri "özel muamele"  dedi. On kişi Metin'in üzerine çullandılar. Cop ve kazma sapına benzeyen şeylerle vuruyorlardı. Metin bayıldı. Su döküp ayılttılar. Tekrar dövmeye başladılar. Çok kan kaybediyordu. Tuvalete götürüp yıkadılar. Metin yığıldı kaldı. Polislerden biri "Ölecek, hastaneye götürelim" dedi. Diğerleri "ölürse ölsün" diyerek dövmeye başladılar. Metin hareket etmiyordu.

Bir de polislerin anlattıkları vardı. Polis Başmüfettişi Birinci Sınıf Emniyet Müdürü Yaşar Gökışık'a verdikleri ifadelerde Çevik Kuvvet Grup Amirliği'nde görevli Şuayip Mutluer anlatıyordu: " Ben salona döndüğümde yerde yatan şahsı (Metin Göktepe) sordum, polis memuru Metin Kuşat bana gazeteci olduğunu İstiklal Marşı'nı bilmediğini söyledi. Ben de boş ver dedim, bir tekme de ben attım. Bir süre sonra polis memuru Saffet Hızarcı'nın yerde bulunan şahsa "Bu Ali için, bu Rüştü için, bu da Süleyman için" diyerek vurduğunu gördüm. Görev bittikten sonra Hızarcı copunu göstererek "Bu akşam iyi çalıştı" dedi. Sonradan adam dövmekten copunun kırıldığını arkadaşlarımdan öğrendim. 

Metin Göktepe'yi yukarıda anlatılan şekilde döverek öldürenler, "Kastı aşan müessir fiil"den yani istemeden öldürmekten yargılandılar. Bir de öldürücü darbe hangi polisin elindeki kalastan çıktığı belirlenemedi. Oysa her şey avukat Fikret İlkiz'in Afyon Ağır Ceza Mahkemesi'nde söylediği gibi netti: " Eğer istemiyorsanız, bir kere vurduktan sonra geri çekilirsiniz. İstemeden bir insanın kafasına kalasla 40 kere vurmazsınız! Metin Göktepe seçilerek alınmış, Evrensel muhabiri olması nedeniyle bilinçli olarak dövülmüş ve isteyerek öldürülmüştür." 

Sanık polislerin yargılanacakları yer sorun oldu. Adalet Bakanı Mehmet Ağar, güvenlik gerekçesiyle Göktepe Davası'nı 25 bin polisin görev yaptığı İstanbul'dan Aydın'a aldırttı. Susurluk Davası'nda mahkum olan Korkut Eken, Göktepe yargılamaları sırasında Afyon'dan geçti. Duruşmalardan bir gece önce kente gelip konakladı. 12 Mart döneminin tanınmış işkencecileri arasında adı geçen Neçdet Küçüktaşkıner sanık polislerin savunmasını üstlendi.Sanık polis avukatlarından Ahmet Ülger, ilk duruşmada şöyle diyordu:" Bu dava, basınla devlet arasındadır!"

Can Yücel, Metin Göktepe'nin katledilmesinin ardından yazdığı şiirde, acısını şöyle dile getiriyordu:

METİN'E METİN BİR METİN 

Metin'in kafasında bir darp var
Polis karakolundan morga kadar
Mosmor
Bir darbe var
yüreğimizde beynimizde
Soruyor bir işaret fişeği
Biz ölerek mi yaşamayı
öğreneceğiz hâlâ...  

CAN YÜCEL



ONAT KUTLAR’I 12. ÖLÜM YILDÖNÜMÜNDE SAYGIYLA ANIYORUZ....

 Şair, yazar ve sinema adamı Onat Kutlar, 30 Aralık 1994'te The Marmara Oteli'nde İBDA-C  saldırısı  sonucu ağır yaralanmış,  11 Ocak 1995'te yaşamını yitirdi..

Onat Kutlar, Türk edebiyatının en özgün yazarlarındandır. 1959 yılında yayınlanan Ishak çocukluğunun geçtiği Gaziantep'e olağandışı bir bakıştır. 1960 yılında Türk Dil Kurumu ödülünü kazanan Ishak, Fethi Naci'ye göre dünya edebiyatında büyülü gerçekçilik akımının ilk örneklerinden biri olarak değerlendirilebilir.  Edebiyatımızda “doğu” olgusuna oryantalizm ve popülizme kaymadan ilk yer veren o olmuştur... Şair ve öykücülüğünün yanı sıra  denemelerinde de  yazınsal yetkinliğini ortaya koymuştu.
1965'te Türk Sinematek Derneği'ni kuranlar arasında yer aldı. 1965-1976 yılları arasında, kuruluşundan kapanışına dek, Türkiye'ye dünya sinemasının kapılarını açan Sinematek'i yönetti. Yusuf ile Kenan, Hazal ve Hakkari'de bir Mevsim adlı yurtdışı ve yurtiçi festivallerde çok ödüllü filmlerin senaryolarına imzasını attı. 1985'te Berlin Film Festivali'nde jüri üyeliği yaptı. 1994 yılında Fransız hükümetince verilen L'Ordre des Arts et des Lettres ödülüyle onurlandırıldı.

Yapıtları : İshak (öyküler 1959 ), Sinema Bir Şenliktir (sinema yazıları), Yeter ki Kararmasın (deneme), Bahar İsyancıdır (deneme), Peralı Bir Aşk İçin Divan (şiirler,1981), Unutulmuş Kent (şiirler, 1986)

BULUTLU BİR GÜNDE DOĞAN ÇOCUĞA 

Baban bu toprağın en delikanlı
boğasıydı bir nevruz
şenliğinde kestiler
Ne tuhaf sen
kirli yeşil eylül bulutları altında
ve aylardan temmuz
onun gelinciklerinden doğdun
Burcunda yıldız görünmüyor 
Ölümün kapısını aralayan güz
çok sürmez
Yeniden vurur dallara bahar
İşte sana mavi gökyüzü
ve mavi deniz defteri
üstelik tertemiz
El koymanın tam zamanıdır ufukta
kargalar henüz görünmüyor 

ONAT KUTLAR


2006’NIN SON SÜRPRİZİ : SADDAM İDAM EDİLDİ!

Kurban bayramı ile yılbaşı çakıştı. Kurbanlar arasına bir  de Saddam karıştı.  Bir zamanlar sırtını ABD’ye dayayarak Irak halklarına ve çevresine şiddet estiren Saddam Hüseyin, son kullanma tarihini doldurunca önce tahtından indirildi, daha sonra da idamın dünya düzeyinde tartışılmasına  tartışılmasına fırsat vermeden  30.12.2006 sabahı saat 04.55’te asıldı.... Artık ABD'nin  kendisine daha sadık  başka kuklaları vardı Irak'ta... 







NOT: E-Dergimize yapıt göndermek isteyen dostlar, emegin_sanati@mynet.com adresine gönderebilirler.  Ayrıca grubumuza üye olarak, grup adresi yoluyla da bizlerle ilişki kurabilirsiniz: http://gruplar.antoloji.com/emegin-sanati Google Grup E-Posta Adresi: emegin_sanati@googlegroups.com Facebook Grup Adresi: http://www.facebook.com/album.php?aid=9847&id=100000398597738&saved#!/group.php?gid=25084311107 Twitter Adresi: http://twitter.com/#!/emeginsanati  Emeğin Sanatı E-Kitaplığı: http://issuu.com/emeginsanati

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder