15 Ocak 2007 Pazartesi

ADNAN DURMAZ: TÜRKÜLERİ YAKANLAR




TÜRKÜLERİ YAKANLAR  




                   
RESİM: ADNAN DURMAZ



-günümüz şiiri üzerine notlar -


Şiirin ölümü ile aşkın ve diğer insan duygularının; dostluğun, sevginin, arkadaşlığın, bağlılığın, başkaları için bir şeyler yapabilmenin ölümü aynı yerde mi kesişiyor..Eğer, kesilen bunca ahkama rağmen şiir kitapları basılmıyor ve satılmıyorsa, şiirin ölümü anlamına gelmez mi bu?

Şiiri öldürmenin en kısa yolu ikidir: Birincisi, o şiirin yazıldığı dili kopartacaksın. Dili kopartılmış bir ulustan ancak dilsiz şiirler çıkabilir. Dili sakatlanmış bir ulustan, kekeme şiirler, kimsenin anlamadığı şiirler çıkabilir. Doğru mu? Emperyalizm tüm sömürgelerindeki okullarda, o sömürgelerin dilinden beş kat fazla kendi dilini okutuyor. Durum böyle olunca da ortada tuhaf bir dil konuşulmaya başlanıyor. Butique butik, coiffeur - kuaför, central - santral, image - imaj, digital - dijital, studio - stüdyo, cargo - kargo, university - üniversite, club - kulüp, collection - koleksiyon, professional - profesyonel, ambulance - ambulans…günlük dilde kullandığımız sözcüklerden bazıları. Ya iş yeri adları, onlara ne demeli; stil bay bayan terzisi,central ısı,  easy internet cafe, dizayn ısı, momentum cafe, milan coiffeur, imaj optik, aras cargo, istikbal showroom, sport shop, istikbal centroom, viva internet cafe, universty shop, önder colour, wab center cafe, çatı cafe  fastwood, inter kuaför, digiland, Türkcell cep shop, kardelen cd store, silver street, elegants kuaför, star cafe, carmina butik, la famme butik, trade center, restaurant ve daha yüzlercesiyle dolu caddelerde dolaşırken insan hangi ülkede yaşadığını düşünen ve tepki gösteren varlıktır. Tepki, etki sonucu ortaya çıkan davranış biçimi olarak,canlı olmanın belirtisidir ilk başta. Tepki,göstermeyen varlık cansızdır.Dil geçmişten geleceğe aktarılan ne varsa tümünün taşıyıcısı olduğuna göre dilini sakatladığın ulusun geçmiş ve bu günü arasındaki bağlarını koparttın demektir. Şiiri öldürmenin iki yolu vardır demiştim.İkincisi,insanı insan kılan, şiirin insanoğlunun içinde çıktığı kaynağı kurutacaksın. İnsanı İNSANLIKTAN ÇIKARTACAKSIN. İnsanı insanlıktan çıkarttın mı, dili kopmuş bir insanın konuşmasına benzer bir tarzda, tuhaf bir yaratık ortaya çıkar. Duyguları sakatlanmış insanların aşkları da,dostlukları da, özverileri de sakattır.  

1940' larda “küçük Amerika olmak” hayalini sahneye koydular, sonra “Türk İslam sentezi” daha sonra,”amerikan rüyası”, giderek,”yeşil kuşak” projesi, “yeni dünya düzeni”,”küreselleşme” gibi değişik kavramlar sahnelendi. ”Medya” adında bir canavar, dil kopartma ve insanlıktan çıkartma senaryolarında her ülkede baş rol oynadı. Gerçek dünyasında sürünen insan, aynı zamanda sanal bir dünyada sürüklenmeye başladı..  Özentili yaşam biçimi, eşcinsel, ensest her tür sapık ilişkilerin normal gösterilmesi, sevgiliye ve eşe ihanetin normal ve insani gösterilmesi, sokak köşelerinde bali ve tiner kullanan insanların varlığının normal  gösterilmesi, çeteleşmenin, kapkaççılığın giderek alışılmış bir durummuş gibi algılanır olması, toto, loto derken bahis adı verilen kumar türlerinin en alt kesimdeki insanın ekmek parasını elinden alması bir yaşam biçimi halini aldı. Her televizyon kanalının medyumları,insanların fallarına bakmaya başladı. Televizyon kanalları aşk organize ediyormuş gibi yaparak, kadın erkek pazarlamaya başladı. En ücra köydeki insan, medyanın sanatçı diye sunduğu kişilerin aşklarını, ihanetlerini, özel yaşamlarını kendine sorun edip tartışmaya başladı. Anadolu insanının, iyi, doğru, güzel,yakışıklı, çirkin kavramları, dostluk, bağlılık kavramları yok edilerek yerine yenisi yani sakat olanı, sahte olanı konuldu.  Köşe yazarı, reklam yazarı, televizyon yazarı,  gazeteci yazar, magazin yazarı, fal yazarı vb 'leri,topluma ne kadar aydınlık katmaktadırlar, tüketim malzemelerinin pazarlamacılığından ve toplumun itildiği derin karanlık uykuda ninni söylemekten başka.  

“Sanatsız kalmış bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir” diyordu Kemal Atatürk. Küresel emperyalizm ve onun yerli uşakları kendi yazarlarını üretiyor. Kuşkusuz ki mevcut düzenler her zaman kendi sanatçılarını,yazarlarını, şairlerini üretti. karanlığın, kaosun, hayvanca sömürünün, insanı insanlıktan çıkartıp bir cıvataya, dişli çarka dönüştürmenin karşısında gerçek anlamda yurdunu ve ulusunu seven, halkını ana bellemiş yazarlar, kuşkusuz ki, muhalif olmak durumundalar.Tarih tüm dünyada bunun örnekleriyle doludur. Başından bu yana çizmeye çalıştığım manzara karşısında yazarlar ve ozanlar ne yapıyor. 1963 yılında Cemil Meriç şu tanımlamayı yapıyor; ”DÜNYANIN BÜTÜN TIMARHANELERİ BİZİM ENTELİJANSİYANIN KAFATASI YANINDA BİRER AKLI SELİM MİHRAKI” diyor.” TÜRK AYDINI YANGINDAN KAÇAR GİBİ UZAKLAŞIYOR YURDUNDAN. HAYIR KİRLETTİGİ BİR ODADAN KAÇAR GİBİ. UNUTUYOR Kİ VATANI KENEFE ÇEVİREN KENDİSİ. AYDIN TANZİMAT'TAN BERİ BATI -KAPİTALİZMİNİN ŞUURSUZ SİMSARI. TANZİMAT BİR MEDENİYETİN FETHİ DEĞİL BİR IRZINI TESLİM. VE AYDIN HARABE HALİNE GETİRDİĞİ BU MEMLEKETİN ENKAZINDAN BİR ŞEYLER YÜKLENİP BATI'YA KAÇMAK İSTİYOR.  O ENKAZLA YENİ BİR BİNA KURMAK GÜÇ ŞEY. AMA ZAVALLI DOSTLARIM, DÜNYANIN EN GÜZEL COĞRAFYASINI CEHENNEMLEŞTİREN BİZİZ! ..  BAVULUNUZDA, HAFIZANIZDA O CEHENNEMİ TAŞIYORSUNUZ. KAÇIŞ, DAİMA ZELİLÂNEDİR. BU KAÇIŞ BİR KENDİNİ ARAYIŞ DA DEĞİL, PERVANENİN IŞIĞA KOŞMASI DA. HÜRRİYET, HÜRRİYET., NE HÜRRİYETİ? MEVCUT HÜRRİYETLERİ KULLANIYOR MUSUN? 1963 TÜRKİYESİ VOLTAİRE'LERİN FRANSA'SINDAN YÜZ KERE DAHA HÜR. VOLTAİRE'LER NEREDE? ” diyor.

 Yazımın sonuna çok ilginç bulduğum,Cemil Meriç’in Yahya Kemal, Orhan Veli, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Ümit Yaşar, Celal Sahir gibi şairlerle ilgili sözlerini ekleyeceğim. Ancak burada çok daha önemli bulduğum bir alıntıyı eklemek istiyorum:

“-Orhan Pamuk'la nasıl tanıştınız?
-Orhan 'ın Amerika 'daki ajanı tanıştırdı.
-Sizce Orhan Pamuk Nobel’i alacak mı?
-Orhan politik bir yazar değil. Daha politik yazsaydı belki şimdiye
almıştı Nobel'i.  Böyle açıklanmamış bazı kriterler var.”
(George Andreou, O. Pamuk'un ABD'deki editörü, orada kitaplarını yayımlayan Knopf Yayınevinin yöneticisi; Zeynep Güven'le söyleşi, Hürriyet gazetesi, Pazar eki, 2 Eylül 2001, s.7)

 “İnsan New-York'ta başarıya ulaşırsa bütün dünyada başarıya ulaşır... Türkiye'de medya aracılığıyla doğrudan okurlara sesleniyorum, Amerika 'da eleştirmen filtresinden geçmek gerekiyor.”  (O. Pamuk, aynı yerde)  

“-Türkiye'dekine göre Amerika'daki başarınız daha mı önemli sizin için?
-Evet ermeni katliamı konusunda kitap yazan eleştirmenler Amerika’daki başarımı geciktirdi...
Türkiye'nin geçmişinde böyle karanlıklık bir şey olduğuna inanıyorum.”
(O. Pamuk, Milliyet gazetesi, Pazar eki 23 Eylül 2001, Ahmet Tulgar'la söyleşi, s.7)  

“Kendi romanının pazarlamasını en iyi şekilde yapacak olan o romanın bizzat yazarı mıdır?
-Benim Amerika'daki ajanım öyle der..
-Paranoyak olduğunuz söylenebilir mi?
-Evet, paranoyağım.” (O.Pamuk, Hürriyet gazetesi, Pazar eki,  20 Ocak 2002, Ayşe Arman'la söyleşi, s.12-13)
(Kaynak:Öner Yağcı,Küreselleşme Sürecinde Edebiyat,İleri yay,2004,İst.)  

Kendisine Paranoyak diyen Orhan Pamuk’un kişiliği, dünyaya bakışı bu birkaç satırda net olarak görülüyor.Ya peki,günümüz şair ve yazarları ne yapıyor? Küresel emperyalizmin kültür politikalarının karşısında mı, yoksa yanında mı yer alıyorlar? Hilmi Yavuz, Ahmet Altan, Cezmi Ersöz, Murathan Mungan ve piyasada at koşturan diğerleri ne yapıyor.  “Yazarlar insan ruhunun mimarlarıdır” diyordu Maksim Gorki. Bizimkiler insan ruhuna sadece paranoyalarını kusmanın ötesinde ne yapıyor. DÜNYANIN BÜTÜN TIMARHANELERİ BİZİM ENTELİJANSİYANIN KAFATASI YANINDA BİRER AKLI SELİM MİHRAKI” diyor Cemil Meriç. Orhan Pamuk: “-Evet, paranoyağım.” diyor.. Sömürge yazarları ve şairleri bilerek hep dışarıya öykünmeyi seçiyor.. Ya da kendi ülkesine değil kendine bakmayı. Kendini neredeyse dünyanın en iyi şairi sayan Hilmi Yavuz’un geldiği son nokta şu oluyor:
“Harfler ve laylay lom  

‘o’lardı, onların içinde, oooo!
o da oradaydı, o odada
gelin odasına gelindi, indi
'a’lar, ‘y’ler.’l’lerle bir arada  

'ü'nün düğününde gördüğün
'ü'ler kalabalığı, beşi bir yerde
üzgün kızlar hep geride kaldılar
‘i’lerde olan her şey ise ilerde  

imdi resimdeki adresim şimdi;
işte 'hilmi@yalnızlik dot kom’
‘a' 'y'yle evlenirken, ay kara,
biz burda ayla'yla lay lay lom “  

Ben mağdurların yanındayım, medya beni almıyor diye ağlayan Cezmi Ersöz “... Ama ben sentezlerden yanayım. Kaoslardan yanayım. Doğu- Batı çatışmalarından hoş ürünler çıkabilir. Post-modernist akım deniyor buna. Post-modernizm Türkiye’de küreselleşmenin bir parçası olarak görüldüğünden, eleştirel karşılandı. Ama post-modernizmin getirdiği açılımlar da var. Buluşmaları sağlıyor. Farklı anlamda pek çok buluşmayı sağlıyor” diyor. Postmodernizmin ne olduğundan habersiz yazar..  

Bunlar mı yukarda çizdiğimiz saldırıya maruz kalarak dilinden, insan değerlerine kadar felç olmuş insanımızın ruhunu sağaltacak olanlar.  

Dağlarda, ”Ferman padişahın dağlar bizimdir" diyen Dadaloğlu’dur halk.. Medyasız, yüzyıllara haykıran Pir Sultan’dır.. Köroğlu’dur zalime baş kaldıran..”Türkülerimizde yalnız onların maceraları vardır” deyip zindanları, kaçkınlıkları şiir bahçesi kılan Nazım’dır.  Hiç kuşkum yok ki,emperyalizmin dilinden duygularına kadar saldırdığı dünya halkları, ki onlar insanlık tarihi boyunca ölümsüz birer çınar gibi dal sürüp kök salmışlardır,  kuşkum yok ki bu saldırılara umulmadık bir biçimde yanıt verirken, halkının değerlerine ters düşerek yozlaşmanın kalemi olanlar tarihin çöplüğüne savrulmaktan kurtulamayacaklardır. Bir yazarın dediği gibi “TÜRKÜLERİ YAKANLAR YASALARI YAPANLARDAN DAHA GÜÇLÜDÜR.”

Şimdilik Cemil Meriç’in sözleriyle bitiriyorum:

'... Gerçek sanat, birer hayalete benzeyen, kaypak ve soyut varlıkların damarlarından kan geçirmek, gözlerine pırıltı, adalelerine sıcaklık ve sertlik vermek... Şuurumuzun önünde resmi geçit yapan konular da önce gülümsüyorlar size, aşinalık gösteriyorlar, kollarınızı açınca boşluğu kucaklıyorsunuz. Halbuki yazar, onları teker teker otopsi masasına yatıran, yahut şuurunun adesesiyle konsistansa kavuşturan, evet yahut -ama bunu yalnız dâhiler başarabilir-, damarlarına kendi hayatından, hayatiyetinden bir parçasını zerkeden adamdır.' (Cemil Meriç, Jurnal, 10.1.1963)  

EK:
CEMİL MERİÇ’ten değerlendirmeler:

“Yahya Kemal neden tanrılaştırıldı? Beklenileni, alışılanı verdiği için. Biçim denenmiş, incelmiş, sevilmiş. İçindeki bilinen, belki bilinenin güzeli, ama bilinen. Yahya Kemal'de kemal var, ihtilal yok. Uçmuyor, yürüyor. Gauthier'nin, Bainville'in, Flaubert'in burjuva dediği adam bizde üniversite hocası. Üniversite hocası, Yahya Kemal'de bildiğini, alıştığını ama biraz başkalaşmış olarak, bulduğu için dasitani bir muhabbet gösterisi içindedir. Bu suretle sanata karşı vazifesini yerine getirdiğine kani. Yahya Kemal Fransızca öğrenen Nâbi, veya Hersekli Arif Hikmet. Sığın sığı., ve 'poncif'in 'poncif'i. Kelimeler pırıltılı, cümbüşlü, içinde bir şey yok. Bir mermerin göğsü, daha doğrusu mermerden bir göğüs.  

Orhan Veli de öyle. Onun da sevilen şiirleri alışılanlar ve Hüseyin Rahmi nesrinden bir arpa boyu ileri gitmiyen en güdük zekâlıların kolayca içine girebildikleri. Orhan'da da yeni yok. Yenilik küçüklüğünde şiirin. 'Bir elinde cımbız, bir elinde ayna. Umurunda mı dünya'. Herhangi bir hizmetçi kızın idrâkine seslenen bir nükte. Orhan'ın nesli şiirin kanatlarını kesti. Toprakta sürünen sevimli bir hayvan haline getirdi. Sevimli ama gülünç ve zavallı. Kartaldan çok bir kümes hayvanına benziyor bu şiir. Yumurtası olmayan, garip bir kümes hayvanı. Orhan nesli yeni fetihlere koşmadı. Göz boyacılığını, jonglörlüğü, ucuzu erişilmeyene tercih etti. Fikret'in, Hâmid'in hatta Haşim'in kanat çırpışları yok onlarda. Ya kolej talebesinin küçük şikayetleri, ya gazete fıkrası. Hangi Batı, hangi yenilik? Bir cüceler edebiyatı. Bir mikro edebiyat.”……………….

” TÜRK BURJUVAZİSİ VE ÜMİT YAŞAR

… Pazar günü konferansa götürdüler beni. Ümit Yaşarttı konferansı. Lozan Kulübü ağzına kadar doluydu. Kadın kokusu, hamakat kokusu... Konferansçı, Oscar Wilde kadar şımarıktı. Şöhretten şikayet ediyordu, kendisini bir gölge gibi takip eden şöhretten. Tarih bu küstah şikayeti hiçbir lâyemuttan dinlememiştir. Gerçek büyükler tanınmadan öldüler. Milton, Stendhal, Nietzsche ve yüzlercesi.. Her zafer bilhassa onu hak etmeyen için ağır bir yüktür. Ümit Yaşarın uyandırdığı ilgi, tam bir 'mediocrite'yi heykelleştirmesinden doğuyor. Türk burjuvazisi yenilikten hoşlanmıyor. Fazıl Hüsnü'nün panayır hokkabazlıkları bunun için itibarsız. Dildeki özleştirici akım (?) küskün bir hayranlık yaratıyor onda. Küskün, çünkü her  yeniden korku duymaktadır. Hayranlık, çünkü her yeniye, daha doğrusu her hokkabazlığa, her maskaralığa alkış tutmak bu köksüz, bu dalsız budaksız, bu kazık gibi sınıfın tarihi vazifesi. Ümit Yaşar ve orta sınıf. Bunlar birbiri için yaratılmış. Bir şair ki yalnız düşünmekten değil, konuşmaktan da âciz. İhtiyar bir âşıka cilve yapmaya kalkan bir kaldırım orospusu gibi horluyor dinleyiciyi. Terbiye ne kelime. Şiirleri çağdaşlarından derlenmiş kötü bir antolojiye benziyor.  Geçen yazımda Yahya Kemal'in sığlığından bahsetmiştim. Yahya Kemal, Ümit Yaşar’ın yanında umman. Ümit Yaşar’ın hüneri alışılan’ı, köksüz'ü, meyvesiz'i vermek. Bir hadımlar şairi. 'Virîlité'si olmayan bir sınıf, 'virilitié’si olmayan bir şair. O sınıf serveti hak etmeden kazandı, Ümit Yaşar şöhreti. Bunun için mustariptirler. O sınıf kazandığı servetle beraber büyümedi. Dev bir zırhın altında kaybolan cüce. Ümit Yaşar da öyle. Zafer onun değil reklamın. Dümdüz bir nazım, ne tepesi var, ne uçurumu. Ufuksuz ve imzasız, âdeta manîler gibi. Vâlâ Nurettin ne kadar gazeteci,  Reyyan ne kadar avukat... Türk burjuvazisi ne kadar burjuva ise, Ümit Yaşar da o kadar şair. Gecekondu burjuvazisine gece-kondu şâir. Yahya Kemal hayranları belki cüce, ama sıhhatli birer cüce. Ümit Yaşar'ınkiler hadım.-……… Kadıköy nazeninlerinin otuz yıl önceki şairi Celal Sahir'di. Kemiksiz, adelesiz bir salon züppesi. Ama Sahir hem Fuzuli’yi okumuştu, hem Musset'yle flört etmişti. Derinlere kök salmamıştı ama, büsbütün köksüz de değildi. Dinleyicileri de öyle. Memleketi muazzam bir tımarhanenin hücreleri halinde görmek ne kadar hazin. Bir yanda dilin ciğerlerini kemiren energümenler ne yaptıklarını, ne istediklerini bilmeden ezberlediklerini haykırmakla meşgul. Seyirciler, sadece Bizanslı oldukları için, bu şaklabanlıklara kurnaz bir saygı ile suç ortaklığı etmekte., ötede sadece cilaları değişen putlar. Cilaları ve bazan tahtaları. Celal Sahir yerine Ümit Yaşar. Allah encamımızı hayreylesin.” 
(Cemil Meriç,Jurnal,1.cilt,İletişim yay,İst. ) 



ADNAN DURMAZ
1 Temmuz 2006 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder