15 Ocak 2007 Pazartesi

UYSAL HİMMET: AYAKKABILARIN SALTANATI



                      AYAKKABILARIN SALTANATI    


                                                                                                


Hayır! Size bu sabah vapurda gördüğüm ayakkabı boyacısının hikayesini anlatmayacağım. Çünkü hiçbiriniz ayakkabı boyacısı değilsiniz. Üstelik ayakkabı boyacılarının ya da tinercilerin, şarapçıların, dilencilerin yenilgilerinden kendine zafer payı çıkarmaya hazır zafer açlarınız siz. Ve ben, sizin onların yenilgileri üzerinde tepinmenize izin vermeyeceğim.

Evet! Size vapurda gördüğüm ayakkabı boyacısının hikayesini anlatacağım. Ve onun üzerinde tepinen yenilgileri.

Adı Eyüp. O zaten her şeyden önce adıyla ayakkabı boyacısı olmaya aday doğmuş. Sanırım adı Tolga, Özgecan ya da Orkun olamazdı. Yanılıyor muyum? Hangi semtte oturduğunu da öğrenmiştim ama şimdi hatırlamıyorum. Ama bunun ne önemi var ki? Nasılsa o mutlaka ayakkabı boyacısı Eyüp'ün oturmak zorunda olduğu semtte oturuyordur ve bu da sizin semtiniz değildir. Yoksa öyle değil mi? Hayır öyle değildir. Öyle olsa Eyüp'ün siz olmanız olasılığı ne kadar güçlü olurdu. Belki de o siz olurdunuz. Benim gördüğüm Eyüp ise siz değildiniz. O, bu sabah saat 7 de Karşıyaka vapur iskelesindeydi. Ve siz kimbilir neredeydiniz.

Bir ayakkabı boyacısının evi Karşıyaka Vapur İskelesi'ne yürüyüş mesafesinde olmamalı. Eğer evde kahvaltı yaptıysa, ki dışarıda harcanacak para o günkü kazançtan düşüleceğinden mutlaka yapmıştır. Sabah 7 den önce kahvaltı için harcanacak bir zaman ayırmak zorunda kalmıştır. Ve tabii otobüs ya da minibüs beklemek ve iskeleye kadar gelmek için de gününden bir pay ayırmıştır. Bütün bunlar için en iyi olasılıkla bir-birbuçuk saat önce kalkmak zorunda kalmıştır. Son derece önemsiz olabilecek bu ayrıntıyı Eyüp'ün yaşamı son derece önemli kılabilir. Çünkü yaptığı işin önemsenmesi ya da yaptığı işin sonuçları üzerinden Eyüp'ün önemsenmemesi anlamına gelebilir. Ben kahvaltıyı kimin hazırladığını bilmiyorum. Eyüp'e de sormadım. Kahvaltıyı bir başkasının hazırladığını ama bunun çok da özenli bir hazırlık olmadığını tahmin ediyorum. Bunu Eyüp'ün bu sabahki yüz ifadesinden ve mimiklerinden baktığım falda görüyorum.

Sabah 5.30. uyanmak için çok erken bir saat. Eyüp'ün uyandığı bu saatten biraz sonra siz de uyanmış olmalısınız, çünkü Eyüp'ün saat 7 de iskelede beklediği belki de sizsiniz.

Deniz çalkantılı bu sabah. Dipten gelen yosun ve çamurlar lacivertini kahverengiyle karışık yeşile döndürmüş. Ama çok şükür bu çalkantının üzerinde pırıl pırıl bir güneş var. Siz vapurun üst katına çıkıyorsunuz İzmir'i izlemek için. Ve siz İzmir'i izlerken kim bilir ne anılar, örneğin benimkiler şehrin pek çok köşesinden fışkırıp size bakıyor. Ve siz bunun hiç farkında değilsiniz. Uzun ahşap sıralar arasında ilerlerken boş yer bakınıyorsunuz. Mümkün olduğunca boş bir yer. Fiziksel bir temastan sizi uzak tutacak, rahat olacağınız bir boşluk. İşte buluyorsunuz ve oraya oturuyorsunuz.

Siz tam körfezin biraz sonra ulaşacağınız karşı kıyılarında göz gezdirir, bu her gün gördüğünüz üst üste gelmiş binalar manzarasını izlerken, önünüzde bir karaltı duruyor. Karaltıdan bir ses çıkıyor ve size ''Boya ister mi? '' diye soruyor. İzlencenizden kopmak istemiyorsunuz. Karaltının üstüne eklenen ses daha da rahatsız ediyor sizi. Ama gelen ses bir soru cümlesi. Yanıtlama gereksinimi doğuruyor. En azından sahibine bakma gereksinimi. Ve karşınızda en masumundan, en çocuksusundan kulaklarına doğru yürüyen gülümsemesiyle Eyüp! Algılarınız yavaşça Eyüp'e dönüyor. Gülümsemesi bunda çok etkili. Ayakkabılarınıza bakıyorsunuz. Evet, bugün boyaya ihtiyacı var. Manzarayla son bağınızı istemeden de olsa koparıyorsunuz ve ayakkabınızdaki matlığı şık bir parlaklıkla değiştirmeye karar veriyorsunuz. Farkındaysanız bu kararınız aynı zamanda Eyüp'le sosyal bir ilişki kurma kararınız oluyor. Siz şimdi ayakkabı boyacısının karşısında ona iş veren birisiniz. Eyüp'ün sadece ayakkabınızı boyayacak emeğinin değil biraz önce size dönen gülüşünün de sahibi olduğunuzu bilincinize çıkarmasanız da biliyorsunuz. Bedeniniz biraz gerilip doğruluyor. Hayata biraz daha hakim bir hava geliyor üstünüze. Kendinizin bile fark etmediği bir utanma duygusuyla çevrenize bakıyorsunuz. Bu duygu zaman zaman Eyüp'leştiğiniz yaşamınızın bir yerinde kendi Eyüp'lüğünüz karşısındaki geçici saltanatınızla ilgili olabilir mi? Kim bilir?

Herkes kendi işinde gücünde. ''boyar mısın'' diyorsunuz sakince. Boyar mısın! ne kadar çok şey barındırabilir içinde bu söz. Hiç tanımadığınız bir insana siz yerine sen'li bir hitapta bulunabilmeniz için toplumsal hiyerarşideki yerlerin alt ve üst olarak daha söz sarfedilmeden netleşmiş olması gerekir. Zaten soru ve hatta rica biçimini alsa bile bunun emir sözü olduğu da son derece belirgindir.

Oturduğunuz o upuzun tahta sıra Eyüp'ün karşısında sizin küçük tahtınız. Eyüp sağ koltuğunun altına kıstırdığı minik tabureyi ve sol omzundaki boya sandığını hemen hemen aynı anda önünüze koyuyor ve çömelip oturuyor.

Eyüp! Yüzünden eksik etmediğini düşündüğünüz çocuksu, masum gülümseyişiyle aptala benziyor. Gözlerinize gülümseyip sandığın üstündeki paçanızı sıvıyor hafifçe. Vapur homurtular içinde sarsılarak kalkıyor. Birkaç martı pervanelerin karıştırdığı deniz üzerinde uçuyor çabuk çabuk. Karşı kıyıya varmadan boyanın bitip bitmeyeceğini merak ediyor ama sormuyorsunuz. Eyüp'ün bu konuda bir telaşının olmadığını görüyorsunuz. Bir iki fırça darbesiyle tozunu alıyor önündeki ayakkabının. Sandığın küçük çekmecesinden boya kutusunu çıkarıyor. Ezilerek yamyassı edilmiş bir çay kaşığıyla boya kutusundan bolca boya alıp süngerine sürüyor. Boyanın bolluğundan memnun oluyorsunuz. Tırnaklarının içi boyadan kararmış. Biraz sonra işaret parmağıyla ayakkabınızın burnuna vuruyor.''Değiştir'' demek bu. Ve bu işaret emir kipinde. İktidarınız bir an sallanır gibi olsa da diğer ayakkabınızı sandığa koyarak yeniden kuruyorsunuz. Eyüp'ün aptal bir ifadeyle gülümseyen yüzü yüzünüze dönüyor birden. Ağzını kocaman açıp gülümsemesine devam ederken konuşuyor:

''Beni Kordon Ayakkabı'dan çağırdılar'' diyor, ''ayakkabı vereceklermiş''. Anlamakta zorlanıyorsunuz. Sorulu bir ifade geliyor yüzünüze:
''Ayakkabı mağazası değil mi orası? ''
''hı,hı'' diyor Eyüp, ''çok güzel ayakkabıları var.'' Sevinmek istiyorsunuz
Eyüp adına:
''Sen mi boyayacaksın hepsini? '' Kocaman bir sevinç geliyor Eyüp'ün
yüzüne:
''Ben boyamayacağım. Bana ayakkabı verecekler. Gıcır gıcır, yepyeni.'' Hiç durmadan ekliyor: ''Hasan Abi 'Perşembe'ye gel' dedi.'' Bir an Eyüp'ün sevincini izliyor ve bir sözle katılma gereksinimi duyuyorsunuz:
''Ne güzel! ''

Körfez vapuru körfezin en güzel çayhanesi, deniz üzerinde gezen kocaman bir taze ve ucuz çay teknesi. Diğer sıraların arasında dolaşan çaycıyı takip ediyorsunuz gözlerinizle. Size doğru baktığında elinizle işaret ediyorsunuz. Hiçbir zaman eğilip sıradaki yanınıza bırakmaz çayı. Siz alıyorsunuz elinden ve hemen yanınıza koyup sigara keyfiyle çay keyfini birleştirmek için bir sigara yakıyorsunuz. Ama çok ayıp! Eyüp'e çay ısmarlamayacak mısınız? Bir başkası yepyeni bir ayakkabı verebiliyor, siz de bir çay ısmarlayabilmelisiniz. Uzaklaşmakta olan çaycının elindeki tepside hala birkaç bardak çay olduğunu görüyorsunuz. Sesleniyorsunuz suratsız çaycıya:''bakar mısınız, bir çay daha verir misiniz? '' Çaycı dönüyor. Yanınıza geldiğinde Eyüp'ü işaret ediyorsunuz. Eyüp de sizin gibi alıyor çayını ama sallanan sandığına değil, herkesin basıp geçtiği kirli zemine koyuyor. Aceleyle karıştırıp bir yudum aldıktan sonra boyasına devam ediyor.

Vapur karşı kıyaya yaklaşırken bir yandan acele bir yandan eksiklik duygusuyla soruyorsunuz:
''Badem yağı sürmeyecek misin? '' Sürecek. Bir kutunun dibindeki azıcık kalmış badem yağını hesaplıca alıp gülümsemeden sürecek. Tüm işi bittiğinde vapur kıyıya yanaşmak için manevra yapıyor olacak.

Birden merak edeceksiniz:
''Akşama kadar gidip geliyor musun böyle vapurda? ''
''Yok'' diyecek Eyüp, ''yolcu azalınca, saat 10 gibi inerim. Akşam üstü yine
binerim.''
Her binişinde para veriyor mu acaba? :
''Yok'' diyecek yine Eyüp gülümseyerek, ''bana bedava! ''

Eyüp, bütün işi bittiğinde son kez işaret parmağıyla ayakkabınıza vuracak. Gülümseyerek yüzünüze bakacak. Bozukluğunuz olmadığı için cebinizden gerekli paranın iki katı çıkacak, Eyüp'e uzatacaksınız. Ve Eyüp, üzerini vermeyeceğini, parayı tümüyle kabul ettiğini anlatan bir ifadeyle oturduğu yerden alıp ceketinin yan cebine koyacak. Para üstüyle ilgili merakınızı da gidermiş olacak böylece.

Siz vapurdan inmeye yönelmek için gerekli zamanı hesaplarken o kalkacak ve karşınızdaki sıraya oturacak. Sandığını sürükleyerek önüne çekecek. Eğilip çayını alacak ve soğumaya yüz tutmuş çayı hızla yudumlayacak. Sanki artık size bakmaya utanır gibi olacak.

Siz Eyüp'ü orada bırakarak merdivenlere yöneleceksiniz.
Eyüp vapur kalkınca yeni yolculardan birinin daha ayakkabısını
boyayacak.

Ya siz? Hangi ayakkabıları boyamaya gideceksiniz?



UYSAL HİMMET


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder