1 Şubat 2007 Perşembe

MEHMET HALİL: Ne Mutlu İnsanım Diyene!






NE MUTLU İNSANIM DİYENE!









Bu ülkede kan davasının önüne geçilmeseydi şimdi biz de bir ulus olamazdık.
Tarihteki savaşları göstererek, savaşı haklı kılacaksak kan davası hiçbir zaman son bulmaz,  dünya halkları her gün birbirine girer, barış diye bir şey olmaz dı… Nereye kadar savaş…

İnsanların yaşama hakkı yok mu? Orta çağdan farkımız olmayacak mı… Dünyanın her tarafında bu kadar yenilik, bu kadar teknoloji… bu kadar ilaç üretiliyor.. ithal edip kullanıyoruz… Sağlığımız ve gelişmemiz için kullanıyoruz.. Bu düşmanlık niye… Asala diyeceksiniz sizin asaladan farkınız ne? Almanyada dazlaklar yabancılara saldırıyor, çoğu da Türklere, farkınız ne? Neden ‘’ Ne mutlu insanım diyene’’ diyemiyorsunuz…

İnsan olarak yanılgılarımızı aklıma geldiği kadar yazacağım yine…

Ortaçağda suçlular ya da politik düşmanlar teşhir direğine bağlanır ve halkın hakaretlerine uğramaya bırakılırlarmış. İşte Hırant Dink’in durumu da böyle oldu. Hırant Dink teşhir direğine bağlandı. Kişisel sorumluluk duymayan, gücünü kalabalıklar ve ardında devlet güçlerinin açık kışkırtmalarını görenler, yasaya ve düşünce özgürlüğü hakkını hiçe sayarak, saldırılarını sürdürdüler. Cenazesine katılan onbinlerin o sıralarda sesi çıktığı söylenemez. Kendi ülkesinde yabancı uyruklu olmanın,  demokrat olmanın faturasını hayatıyla ödedi. Açıktan ırkçılık yapanlarla, yüzyıllardır şuur altına yerleştirilen, Ermeni düşmanlığı, yabancı düşmanlığı içselleşmesi ile, amansendeci davranışların, yapılan ırkçı propagandaların sessizlikle geçiştirilmesi ve sessizliğin kabullenme anlamına geldiği, böylece, ırkçılığın daha bir açık şekilde yayılmasına ve sonuçta bu boyuta gelmesine sebep olundu.

Ciddi konuları, bilimsel olarak irdelemek yerine, reyting uğruna, polemiklerle tartışmaların ırkçı  kefesine ağırlığını koyan ‘medyamız da’, insan haklarını ve yasaları kazaya bıraktıkları için, daha  sonra da cinayetle ilgili, timsah gözyaşlı, haberler ve yorumlarla aslan payını kaptılar. Kendi ayıplarını  unutturmaya çalıştılar. Bunda devlet güçlerinin, sosyalistlerin, demokrat olduklarını iddia edenlerin, hepsinin payı vardır.  Şimdi, suçlu olanlar. Kendilerini aklamak için, Hırant Dink’in hatalarını aramakla meşgul. Teşhir direğinde iken taşlayanların bir kısmı da, cenazesine katılarak vicdanlarını temizlediler. Köşesinde
ardından ağıt yakan demokratlar da olacak tabi… Herkes son görevini yaparken demokrat. Çünkü, ölenin ardından, düşmanı bile kötü söz söylemez. Bu iş bu kadar mı kolay? Cinayetin mazereti olmaz. Hiç kimse kendini aklayamaz. Tarih önünde hepimiz suçluyuz.

Kültürümüzde egemen güçlerin etkisi her alanda kendini gösteriyor. İyilikler için her zaman güzel bir obje seçilmiştir. Kötülükler için ise çirkin. Verilen değer hep dış görünüşe olmuştur. Güzelin içinin zehir olabileceği gibi, çirkinin içinin de bal olabileceği, kültürümüzde hiç yer almamıştır. Bu yüzden, içi ne kadar güzel olursa olsun dış görünüşleri yüzünden, bazı değerler iyi kullanılamamış, içi çirkin olanlar ise dış görünüşleri ile hak etmedikleri değerleri ele geçirme imkanına kavuşmuşlardır. Biz hep kendimizi kendi aynamızda güzel gördük. Yabancıları düşman ve düşmanları çirkin gösterdik. Güçlü iletişim araçları ile, ulusal çıkarlar adına bazı uluslar sürekli ötelenmiş, bizi iliklerimize kadar sömüren bazıları ise, dost olarak ilan edilmişlerdir. Bu tersyüz edilmiş propaganda yüzünden Yeraltı ve yerüstü kaynaklarımızın %60 şını ülkelerine transfer eden zengin ülkeler dost olarak donumuza kadar girerlerken, onlara misafirperverlik gösteriyoruz.

Ama tam tersi, bizden zayıf olanları, düşman olarak gösterip, iliklerine kadar sömürdüğümüz gibi, Yine onlara en kötü muameleyi göstermeyi marifet sayarız. Çünkü zenginlik iyi bir obje olarak işlenmiştir yüzyıllardır. Fakir, fakir olduğu için suçludur. Zengini hergün daha zengin, fakiri ise hergün daha fakir yapan sistem suçlanmaz, tam tersine aklanır ve insanların beyinlerinde içselleşir bu böylece. Zenginler bu yönetimin motor gücü olduğu için bu böyle işler. Devlet zenginlerin elinde çıkarlarını korumak için en etkili silahlarıdır. Sosyalistler bu burjuva kültürünün etkisinde değil mi?

Kendisi taş gibi örgütlü olan sermaye sınıfı, işçi ve emekçilere bütün kültürel etkinlikleri ile bireyselliği işliyor. Filimlerde, sürekli bir baş aktör bulunur, kurtarıcı. Tek kurtuluş o aktöre bağlıdır. Örgütlü güç asla olmaz. Onun için değil mi bizim her yüz yılda bir kurtarıcı beklememiz. Onun için değil mi geçmişteki kahramanları kusursuz bir tanrı gibi büyütmemiz. Onun için değil mi, gerçek tarih yerine resmi tarih diye bir tarih icadımız. Oysa biz o gerçek tarihleri öğrensek, o tarihsel gelişmeler içindeki tartışmaları, artıları ve eksikleri görsek, her türlü devrimi ve devrimci gelişmeyi ve devrimci liderleri, sıradan insanların tartışmalarla kendi aralarından çıkardığını öğrensek, gerçekleri bilsek, bir kurtarıcı bekler miyiz. Bunu bilenler demez mi, her kötü gidişte, bu kadro ile bu iş yürümez. Bunu değiştirmek bize düşer diye?

Sosyalistler de bu kültürün etkisinde kalmışlardır. Ramboya karşı, hep kalın pazulu, güçlü kuvvetli işçiler olmuştur önderleri. Ama bakımsız, iyi beslenemeyen işçi ve emekçi kesimi aralarında öyle güçlü kuvvetli adamlar göremeyince hep umutsuzluğa kapılmış, cesaretleri kırılmıştır. Örgütlenmek her ne kadar öne çıkarılmış gibi görülse de, içgüdüsel olarak, işçilerin şuur altına yerleşen o güçlü işçilerin ortada görülmemesi korkutmuştur onları… Böylece nüfusun %10 gibi zengin azınlığı kendine sağladığı bu büyük avantajlarla, iktidarlarının her gün güçlenerek sürdürmektedirler. Sosyalizm adına yapılan yanlışlıklar bu kadar değil tabi ama bugünkü konumuzda yalnız bu olacak.

İnsan düşmanını düşman olduğu için her şeyiyle reddedemez. Onların güçlü taraflarını almasını da bilmeli. Örgütlenme, eğitim, ya da eğitimsizlik, propaganda onlardan alınabilecek en önemli örnekler. Onlar kedileri için en iyi eğitimi, işçiler için ise eğitimsizliği, kendileri için en iyi örgütlenme, işçiler için ise örgütsüzlüğü, kendiler arasında en iyi birlik, işçi ve emekçiler için bölünme, kendileri için uluslar arası dayanışma ve birlik, işçi ve emekçiler için düşmanlık ve bölünme… vs…

Biz de aynı şeyleri kendimiz için en iyi şekilde yapmayı öğrenmeliyiz. Sermaye sahipleri, iki ülke olarak savaşırken bile iş anlaşmaları yaparken işçi ve emekçileri birbirine kırdırıyorlar. İşte bizleri bu oyunlara alet eden onların egemen kültürlerinin etkisi altında kalışımız. Birey olarak sorumluluk almaktan kaçıp, kolay olan kalabalıklarla davranmayı seçmek. Nasıl olsa bir bilen vardır. Milyonların içinde bana mı düştü bu iş… Güçlüler her zaman daha iyi bilir, daha iyi yapar.

Günü birlik yaşamanın kolaylığı bizi bu yanlışlara götürmektedir. Bu yanlışlar da toplumları sonu gelmez yoksullukların içine sürüklemektedir. Olmasını istediğimiz şeyler, yani işimize gelen kolay şeyler, bizi yanlışlıklara sürüklemektedir. Bunu bilen egemenler işlerine gelenleri kolay yutulur lokmalar halinde önümüze koyar, biz yutarız. Bunu yutturmak için her türlü eğitim ve kültür seferber edilir. 70 milyon nüfus varsa 70 milyon görüş vardır. İşte bu bizi bölmek için sınır. Görüş ayrılıkları belli bir sınırı aşınca bölün. Bunun ebesi sermaye sınıfının güçlü iletişim araçları ve para kaynakları…    Yine bölünmek için mülkiyetler ve çıkarlar vardır. Bunlar arasında da sınırlar vardır. Bu sınırlardır kavgaların ve savaşların ilk kıvılcımı. Benler ve bencillikler körüklenir, bunun için ‘’kendini kurtar’’ bismillah gibi kullanılır bütün ağızlarda. Sosyalistler de bunun dışında sayılamaz. Ortak çıkarlar bizi kurtaracaktır bu bilindiği halde, nasıl izah edilir bu kadar bölünme? Bu gün etkisi altında kaldığımız kültür ile biz, tavuk çiftliğinde beslenen etlik tavuklar gibiyiz. Beslenmemiz de tek yönlü, tabi bizden alınan gıda da… Onun için hâlâ, kırık plak gibi aynı şeyleri sayıklayanlara… "Bana, Almanya'da ya da bir başka ülkede, benim Hırant Dink’e davrandığım gibi davransalar ne yapardım?" diye düşünemeyenlere, daha fazla ne söylenebilir?

Biz evimizin önünden geçen telefon tellerinin fincanlarını kırarak büyümedik mi?
Biz evimizin bahçesinde öten bülbülü elimizdeki sapanla vurmadık mı?
Biz bizi aydınlatan elektiriğin ampulünü hedef almadık mı?
Biz böyle büyüdük
Bizden daha fazla ne beklenir?
Biz eğlenirken bile kendini jiletleyen bir toplumun ürünüyüz…
Nice kayalara, nice demirlere şekil veririz ama… bizde öyleleri var ki kaya
gibi…
İşte onları asla düzeltemeyiz…




MEHMET HALİL


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder