SOSYALİST GERÇEKÇİLİK ÜZERİNE
Öncelikle kuramsal olarak, sanatta “toplumcu gerçekçilik” kavramının Sosyalist gerçekçilik kavramını tam karşılamadığını belirtmem gerekiyor. Sosyalizm, işçi sınıfı iktidarını tanımlıyor. Toplumculuk ise bir iktidar biçimini tanımlamıyor. Bir iktidar biçiminin gerçekliği, bir iktidar içerisinde, o iktidarın unsuru olan bir düşünsel akımın gerçekliğinden ayrı tutulmalıdır. Sosyalist hareketin darbe aldığı dönemlere rastlaması nedeniyle, Sosyalist gerçekçilik kavramı yerine “toplumcu gerçekçilik” kavramının kullanılması; bir geri adım olarak nitelendirmelidir. Diğer yanıyla bazı evrensel kavramların türkçe karşılığını kullanmak çabasını gereksiz görüyorum. Bu çaba ile evrensel olan bazı kavramların içeriğinin boşalabildiğini hatırlatmak gerekiyor.
Kapitalist üretim ilişkileri, kapitalist sınıfın ezilen sınıfları sömürüsünü, dolayısıyla insanın insanı sömürüsünü ifade eder. Kapitalist üretim ilişkilerine karşı çıkmayan her kurum, sınıf, kişi ve ideoloji insanın insanı sömürmesini ve baskı altına almasını açık ya da gizli onaylar yada görmezden gelir. İnsanın insanı sömürmesini istemeyen ve bireyin özgürlüğünü savunan birey, bu isteminin kapitalist sistem içerisinde gerçekleşmediğini çıplak gözle baktığında dahi görür. Bireyin bu gerçeği görmemesi için, kapitalist üretim ilişkilerinin yarattığı olanaklardan yararlanıyor olması ya da bu ilişkilerin sonucu olan ideolojilerin etkisi altına girerek, yanılsamalı bilinçle yaşama bakması gerekir. Üretim araçlarının özel mülkiyetine sahip olanların dışında, kendine yarar sağlamadığı, aksine sömürü ve baskı getirdiği halde kapitalizmi bir yaşam biçimi olarak içselleştirebilen bireyin bu yanılsamadan kurtulabilmesi, karşıt bir duruşa sahip olması ile olanaklıdır. Sosyalizm, kapitalist sistem içinde bir şey değil, kapitalizme karşı bir duruş, kapitalizmden kopuştur. Sosyalizm, burjuva yaşam biçimine karşı duran bir yaşam biçimidir. Dolayısıyla sosyalizm kapitalist sistem içerisinde yer alan bir düşünsel, siyasi akım değil. Kendini kapitalist üretim ilişkilerinin reddiyle tanımlayan yaşam tarzıdır. Sosyalizmi, bir yaşam biçimi olarak içselleştirmeyen bireyin düşünsel olarak sosyalizmi savunuyor olması gerçekçi değildir. Maddi olarak kapitalist bir yaşam sürdüren birey kapitalistçe düşünür. Kuşkusuz maddi yaşamın çeşitliliğine koşut olarak düşünsel çeşitlilik de söz konusudur. Ancak düşünsel farklılıklar son tahlilde özsel olarak maddi yaşamın niteliğine bağlı kalır. Kapitalist yaşam tek bir düşünsel sistemi üretmez. Kapitalist sistemde sanat akımlarında çeşitlilik de gerçekleşir. Bu çeşitlilik, sanatçı da “özgürlük “ yanılsamasını yaratır. Oysa tüm çeşitliliğine ve farklı düşünsel sistemlere oturmasına karşın, kapitalist sistem içerisinde tüm sanat ürünleri, pazara bağımlıdır. Tüm sanat ürünlerinin metalaştığı bir yerde, kendi yaşamsal ve üretimsel gereksinimlerini karşılamak kaygısıyla sanatçı, kapitalist pazarın baskısı altında, kapitalist pazarın gereksinimlerine bağlı olarak üretir. Diğer yandan bir sanatçının yaratımı “geçim kaynağı” ise bu bağımlılık daha da artar. Bu durum tüm özgürlük durumunu altüst eder. Yanılsama yaratır. Kaldı ki sanatçı, kapitalist sistemin, insanlığın ulaştığı en iyi sistem olduğuna inanıyorsa ve kapitalist sistemin semeresinden yararlanıyorsa, ideolojik olarak burjuvadır ve bu ideolojik yüklenim düşünsel üretim sürecini başından sonuna kadar belirler. Ancak sanatçı, maddi olarak kapitalist olmadığı için, rahatsızdır, kapitalist sistemin nimetlerinden tam yararlanmadığı için öfkelidir, bu öfke giderek isyancı ruh hali yaratır. Sanatçı karşıt duruş sergiler. Bu karşıtlık, sanatçıda “özgürlük” yanılsamasını yaratır. Kapitalist pazar bu özgürlüğün de metalaştırıldığı bir alandır. Burjuvazi metalaştırabildiği her duruma ve ürüne hoşgörülüdür. Kapitalist sistem içerisinde burjuvazi “sosyalist” yaklaşımlara da, sistem içi kalmak kaydıyla “özgürlük” tanır. Kapitalist sisteme karşı radikal bir çıkış karşısında sanatçı derhal burjuva saflardaki yerini alır ve özgürlüğünün sınırlarının nereye kadar olduğu açığa çıkar. Kapitalist sisteme karşı yönelmiş bir eylem aynı zamanda bu sanatçının yaşamını da tehdit eder. Kendi yaşamsal varlığını savunmak içgüdüsü, Özgürlükten vazgeçmeyi emreder. Birey nasıl yaşıyorsa öyle düşünür.
Sosyalizm, sanatçının kapitalist pazara bağımlılığına son verecek koşulları ve olanakları gerçekleştirmeyi öngörür. Sosyalizm, faşizm, şovenizm ve sömürgecilik gibi insanlık düşmanı politikaların etkisi ile yaratılan sanat ürünlerinin dışında kalan tüm sanat yaratılarına sahip çıkar ve bu sanat ve edebiyat ürünlerini tüm insanlığın entelektüel kullanımına sunar. Sosyalizm, kapitalizmden bu niteliği ile ayrı durur. Sosyalizmde sanatçı özgürlüğünün koşullarına ve olanaklarına ulaşır. Kaba sosyalist yaklaşımın aksine, sosyalizmde, sanatçı, insanlık düşmanı bir eylemlilik içinde olmadığı sürece, devletten ve partiden özerk yaratım eylemini sürdürebilir. Kendini ifade etme sürecinde eleştirel bir duruşa sahip olabilir; olmalıdır da. Örneğin, Sosyalizmde devletin silahlanma politikası karşısında, silahsızlanma ve barış savunucusu olarak tavır alabilir. Sosyalist pratiğin aksayan ya da yanlış olan yanlarını, somut durum üzerinden eleştirir. Sosyalist gerçekçi sanatçı körü körüne parti ya da önder yanlısı değil, sosyalizm yanlısıdır. Sosyalist Gerçekçilik, gerçeğin olduğu gibi yansıtılmasıdır.
Gerçekleşen sosyalist sistemin hatalarını belirterek, kendi günahlarını aklamaya çalışan burjuva sanatçıların, burjuva ”devlet sanatçılığı” nişanı karşısında nasıl bir tavır aldıkları biliniyor. Sosyalizm rüzgarının hızlı estiği dönemde, sosyalist kesilen bayların, siyasi örgütlerin en has adamı kesilmeleri ve sosyalist hareketin semeresi üzerinden “sanat hayatlarını” kurdukları çoğumuzca bilinen bir gerçektir. Yarın, yine sosyalizm rüzgarı hızla estiğinde bu baylar iştaha ile sosyalist örgütlerin adamı olmaya soyunacaklardır. Bu baylar kapitalist pazarda metalaştırılmış yaşamlarını ve yapıtlarını pazarlama konusunda oldukça yeteneklidirler ve Alıcının kimliği önemsizdir. Onlarca örnek verilebilir Onların sosyalizm üzerine eleştirileri ikiyüzlüdür ve bireysel çıkarlara dayalıdır. Bu nedenle, Özellikle sosyalist hareketin olanaklarını kullanarak toplumsal yer edinmiş ve bugün de yeri geldiğinde geçmişlerini kullanarak burjuva sanat ve reklam kulvarında sıra kapan küçük burjuva sanatçıların, sosyalist sanatçılara küfür etmesinde bir gariplik yoktur. Dün burjuva sanata küfür ederek “sosyalistliklerini” tanımlayan bu güç tapınıcılarının bu tavrı anlaşılabilir bir yaklaşımdır.
Sanat ürünü yaratma eylemi, sanatçı da kendisinin diğer insanlardan farklı olduğu kanısını oluşturur. Bu kanı sanatçının işçilerin yönetici olduğu bir iktidar biçimine önyargısını da oluşturur. Ya da hiçbir yöneticinin olmadığı bir toplumsal organizasyon onun için asla gerçekleşmeyecek bir durumdur. Çünkü insanlar eşit değildir, her birey sanat ürünü yaratamaz ve her toplumda sanatçılar ayrıcalıklı insanlar olarak vardır, varolmalıdır. Sanatçılar yarı peygamberdirler. Kapitalizm sanatçıya bu olanağı sağlar. Sanat alanında egemenliğine dokunmadığı sürece siyasi ve iktisadi alanın burjuvazi tarafından yönetilmesinde sanatçı için bir sakınca yoktur. Kaldı ki burjuvazi sömürü ve baskı sisteminin cilalanmasında önemli rol üstlenen sanatçıların alanlarına müdahale etmez, bu yarı peygamberlerin yaşamını sürdürmesi için gerekli katkıyı yapar. Bu durumu tehdit eden her düşünce sanatçının bu yaşam biçimine karşı bir tehlikedir, gayri ahlakidir, reddedilmelidir. Burjuva sanatçının komünist sisteme ve dolayısıyla sosyalist gerçekçiliğe karşı çıkışının temelinde, bu tarihsel içgüdünün rolü büyüktür. Bu tarihsel toplumsal görüş, sınıflı toplumun ürünüdür. Sınıflı toplumların ortaya çıkışı ile birlikte, düşünce alanında üretim yapan bireylerin oluşturduğu toplumsal gruplar da oluştu. Felsefeciler, sanatçılar elit bir grup olarak varolmalarını, doğrudan üretim ilişkilerin biçimlenişine borçludurlar. Bir komünist sanatçı duruş olarak, elit olmaya karşı çıkmalıdır. Bu olmazsa olmaz. Kendini sosyalist olarak gören birçok sanatçının, felsefecinin bu varolma biçimini benimsemesi nedeniyle, burjuva ideolojisinden devrimci bir kopuş yaşamadığı açıktır. Sanatçının, diğer üreten insanlardan ayrı durması gerektiğine inanan birisi için, somuttan kopuk sanat ürünleri yaratmak kaçınılmazdır. Somuttan kopmak, anlaşılmazlığa varmak, toplumun büyük çoğunluğundan ayrı ve ayrıcalıklı durmanın bir aracı olduğu anlamda, burjuva sanatçı için gerekli bir eylemdir. Yaratım sürecinde sosyalist gerçekçilik bu eylemi ve dolayısıyla çoğunluktan kopmayı yadsır. Burjuva sanatçıların ve sözde sosyalist sanatçıların sosyalist gerçekçilikten nefret etmeleri de bu nedenledir.
Burjuva devrimleri döneminde, sanat alanında burjuva gerçekçiliğin, toplumsalcı bir nitelikte varolması, burjuvazinin feodalizme karşı yaşam alanını genişletme, çoğunluğu yanına alma gereksinimine ve burjuva gerçekçiliğin bir akım olarak ortaya çıkması, burjuva devriminin, toplumsal durumun bir sonucu olarak tarih sahnesinde yerini almasına doğrudan bağlıdır. Ya yoksa bu felsefi, sanatsal akım bazı felsefecilerin düşünerek buldukları bir şey değildir. Burjuva gerçekçiliği, Toplumsal durumdan etkilenen sanatçının yaratım sürecinin ve felsefi yaklaşımının, sonradan adlandırılmasıdır. Bu süreçte burjuva felsefecilerin ve sanatçıların toplumun çoğunluğuyla ilişkisi toplumsal durumun yarattığı olanaklar nedeniyle güçlü ve canlı oldu. Burjuvazinin gerçekçiliği terketmesi siyasi iktidarı alması ve egemenliğini kurması ile paralel yürüdü. Emperyalizm çağı, burjuva sanatçıların gerçeklikten çoğunlukla uzaklaştığı bir dönemdir. Emperyalizm çağında burjuva gerçekçilik varolma koşullarını büyük oranda yitirdi. Can çekişen kapitalizm, entelektüel yansımasını yarattı. Burjuva Sanatçı bu dönemde iki yol izledi. Emperyalizme boyun eğişin ifadesi olarak romantizm ve İnsandan umut kesişin, gerçeğin baskısından kurtuluşun ifadesi olarak gerçek üstücülük.(Kaldı ki gerçek üstücülükte boyun eğişin örtülü bir biçimidir.) Bu dönemde, Tekelci kapitalizmin boğucu bir hal alması karşısında dehşete düşen ancak, kapitalizm dışı bir çözümü de olası görmeyen küçük burjuvazinin tepkisi, yaratım sürecine karamsar gerçekçilik olarak yansıdı. Küçük burjuva gerçekçiliği, zaman zaman sosyalist cephede görünüyor olsa da, bu akımın sosyalist gerçekçilikle özsel olarak ilgisi yoktur. Küçük burjuva gerçekçiliği, toplumsalcıdır; sınıfsal duruşu itibarıyla uzlaşmacıdır. Eleştirel olmasına karşın burjuva sistemden kopamaması nedeniyle kapitalist pazara ve değerlere bağlıdır. İnsanlığın özgürlüğe ulaşmasının kapitalist sistem içinde olanaklı olduğu savı sanatçının entelektüel duruşunu belirler. Küçük burjuva sanatçı, kapitalizmin genel krizinin ara dönemlerinde soluk alır ve burjuva entelektüel alana can verir. Ancak kapitalizmin birey özgürlüğünü yokedişi karşısında çaresiz kalır ve bunalıma sürüklenir. Bunalım, yaratım sürecinde belirleyici rol oynar. Uzlaşma öngörüsüne dayanan toplumsalcı felsefesinin kapitalizmin sınıf egemenliğine dayalı pratiği ile yıkılması, ancak sosyalizmi de sınıfsal kaygıları nedeniyle kurtuluş olarak görmeyişi onun karamsarlığının zeminini oluşturur. Bu karamsarlıkla sanatçı, insandan ve insanlığın geleceğinden umudunu kesmenin ifadesi olan şaheserlerini yaratma olanaklarına kavuşur. Sanat ve edebiyat yapıtları, bunalımlı toplulukların avuntusu ve acılarını dindirme aracı olur. Kapitalist sistemde bunalımlı insanın ve toplulukların yoğunluğu, pazarda, bu yapıtlara talebin yüksek olmasını sağlar. Alıcının vasfı ve çokluğu, sanatçının “tuttuğu yolun” doğru olduğuna inancını güçlendirir. Bu popülist yaklaşım sanatçının yaratım sürecine damgasını vurur. Alıcı ve vericinin duruşu birbirini besler. Burjuva iletişim araçları da bu süreç içerisinde ateşleyici rollerini başarıyla oynar. Sınıflı toplumlarda, toplumun çoğunluğunun değer yargıları ve beğeni normları, egemen sınıfın iktidarını onaylayıcı ve boyun eğicidirler. İktisadi egemen olan sınıf, siyasi ve ideolojik olarak da egemendir. Bu gerçeği görmeyen ya da görmek istemeyen bir sanatçının “toplumsalcılığı” bu yapısal durumun cilasıdır. Küçük burjuva sanatçının “özgürlükçü” entelektüel eylemi, can çekişen burjuva ideolojisine hayat öpücüğü verir Ancak yanılsamalı bilinçle sanatçı bu durumu inkar eder. Bununla da kalmaz bu durumu açıklayan her yaklaşımı, düzen bozucu ve popüler varlığına düşman olmakla suçlar. Varoluş olanaklarını irdeleyen her insanı ve kurumu tehdit ve ihbarla sindirmeye çalışır. Sanatçı kimliğine yakışmayan bir tutumla sosyalistlere küfreder. Sınıf düşmanlarına acımasızca saldıran burjuva yüzü; üzerindeki toplumsalcı boya dökülerek, açığa çıkar.
Sosyalizm, kapitalizmin insanı yabancılaştıran, yalnızlaştıran, ezen ve sürüleştiren yapısını analiz eder ve bireyi yoksunlaştırıcı bu ilişkiler sisteminden kurtuluşun gerçekleşebileceğini öngörür ve insana ait her zenginliğe umutla sahip çıkar. İnsanı insan yapan değerleri yokeden her duruma başkaldırır. İnsanlığın evrensel bilgi birikimini, insanın yaşamının estetik biçimlendirilmesini sağlayıcı zenginlik olarak yeniden üretir. Bireyin entelektüel ve estetik gelişmesinin kapitalist Pazar ilişkilerinden kopmasıyla mümkün olabileceğini öngörür. Sanat eylemine tüm insanların doğrudan katılımının gerçekleşmesiyle entelektüel zenginleşmenin ve özgürleşmenin var olabileceğini savunur. Sosyalist sanatçı, İnsana ve doğaya ait her eylem ve durumun estetik ifade ediliş sürecinde, sanatsal normları üretimin araçları olarak benimser; Yadsımaz. Sosyalizmi bir yaşam biçimi olarak içselleştirmiş bir sanatçı insanlığın ulaştığı tüm sanatsal biçim zenginliğini yaratım sürecinde kullanır. Onun üslubu yaşam biçiminin bir yansımasıdır. Sosyalist sanatçının yaratımda yöntemi diyalektik materyalizmdir. Devrimci sosyalistler, teorik vargılarını somut olgular üzerine oturturlar; her sorunun, maddi, entelektüel ve tarihsel köklerinden kopmadan ve o an ki durumun gerçekçi irdelenmesine dayalı soyutlamayla teorik sonuçlara ulaşırlar. Her yeni durumda, yeniden, bu kuramların da yaşananla ilişkisini irdelerler. Ancak, aynı zamanda, nesnenin, somut durumun, toplumsal fenomenin ve eylemin, yalnızca görünen, deneyle kavranılabilen yanıyla değil, içsel bağıntılarıyla da ilgilenirler ve toplumsal olguların iç bağıntılarını da birbiriyle ilişkilendirirler. Diyalektik materyalist yöntemi, kaba gerçekçilikten ayırdeden temel nokta da budur. Devrimci sosyalist sanatçı, üretim sürecine “ben sosyalist içerikli bir ürün yaratacağım” diye başlamaz. Entelektüel varlığının estetik yansıması olan ürününe, sosyalist niteliği kaçınılmaz olarak taşınır. Devrimci sosyalist sanatçının yaratım sürecinin felsefi biçimlenişinin adı sosyalist gerçekçiliktir. Sosyalist gerçekçilik yaratım sürecinin kılavuzu, aracı değil; İçselleşmiş sosyalist yaşam biçiminin sanatsal yetiyle yaratım sürecine yansımasının tanımlanmasıdır. Bu böyle olmasaydı, Sosyalist gerçekçilik tanımlanması yapılmadan önce, sosyalist sanatçıların sosyalist gerçekçi olarak görülmesi mümkün olmazdı. Bu durum bir burjuva sanatçı içinde geçerlidir. Burjuva sanatçı da entelektüel varlığının burjuva niteliğini ürününe taşır. Küçük burjuva entelektüel yaşam sürdüren bir sanatçının, toplumsal ve dolayısıyla bireysel kaygıları, yaşam tarzı, düşünüş biçimi yaratım sürecine yansır. Sanatçı ben şu ya da bu felsefi akıma bağlı olarak eserimi yaratacağım diyemez. İdeolojik (felsefi, siyasi) yüklenimi, yaratım sürecini belirler ve sanat yapıtı da entelektüel yüklenimini içerir. Sürecin felsefi adlandırılması sonra gelir. Küçük burjuva bir sanatçının, sosyalist nitelikli bir ürün vermesini ya da sosyalist gerçekçiliği benimsemesini beklemek abesle iştigaldir.
Sosyalist sanatçı kendi yolunda ilerlerken başkalarını ikna etme çabasına girmez, girmemelidir. Yaratım sürecinde diyalektik materyalist yöntemin kendisine sağladığı zenginlikten yararlanarak, toplumsal ilişkileri ve öncelikle de kendi yaşamını estetik boyutta geliştirmeye katkıda bulunacak ürünlere ulaşır. Üründen geçim kaynağı olarak yarar beklemeksizin toplumun entelektüel ilişkiler sürecine sunar.
Sosyalist sanatçı olarak, hiçbir sanatçıya neden burjuva yolu tutuyorsun diye sormadım; sormuyorum da. Çünkü biliyorum ki kapitalist yolu izlemeleri onların iradelerini esir alan toplumsal bir sürecin sonucudur ve bu durumu aşmaları zordur ve hatta olanaksızdır. Bu değişim toplumsal bir altüst oluşa bağlıdır. Küçük burjuva sanatçıların, “azınlık” olan sosyalist sanatçılara saldırmalarının altında, bu toplumsal altüst oluş koşullarının varolması ve “kıyamet gününü “ sınıfsal içgüdüleri ile hissederek korku ve kaygıya kapılmaları duruyor. Biliyorum ki esiri oldukları kapitalizme başkaldırmadıkları sürece bunalımları sürecek ve sosyalizme saldırarak azda olsa acılarını dindirecekler. Ama sosyalizm alternatifi varoldukça, onların korkuları hep varolacaktır.
Herkesin korkusu kendine.
BABÜR PINAR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder