BEN MARKA ALIRIM
İLLÜSTRASYON: GÜRBÜZ DOĞAN EKŞİOĞLU
Bir dereden geçerken suda ucu görülen bir taşa basarak karşıya atlayabilirsin. Taşı suda oynarken görürsün, oynar. Ne kadar hızlı davranırsan, o kadar başarılı olur karşıya geçmeniz. Biraz oyalanırsanız taş yuvarlanır, suya düşersiniz. Hızlı bir geçiş köprüsüdür bu. Su üstünde kayak yaparsınız, dalgaların üstünde oynarsınız. Ne kadar hızlı ise hareketleriniz, o kadar rahat kayarsınız. Hızınız azaldıkça batarsınız suya. 60-80 -100 kilo da olsanız, hızınız oranında yatay olarak, su üstünde kaydırır sizi ağırlığınız. Su size yol olur. Bütün bu hareketleri yapabilmeniz için, çalışmanız gerekir, vücudunuz bunlara alışmalı, düşünceleriniz hareketlere konsantre olmalı, tecrübe kazanmalısınız. Yani, bunlar da emek ister.
Bir araçla hızlı giderken, yüksekten aşağıya, hızlı inişlerde, bir boşluk doğar içinizde, uçuyor gibi olursunuz, hem korkar, hem bir anlık da olsa, uçma duygusunu yaşarsınız. mutluluk verir size. Mızrap vurulmuş sazın teli gibi, titrer içiniz. Uyanır bütün duygularınız. Bundan sonsuz bir mutluluk duyarsınız. Pahalı zevklerdir bunlar, bu zevkleri tadabilmek için, çok ve boş zaman ister. Bir ömür ister. Buna sahip olanlar bu zevkleri tadabilirler. Kim istemez bu imkanlara sahip olmayı… kim tatmak istemez bu zevkleri… Ama çok az kişi ulaşabilir bunlara. Kim dünyayı dolaşmak istemez, kim görmek istemez kanarya adalarını? Ama bütün bunlar zaman ve para ister. Gidemediğimiz yerlerin fotoğrafını görmek isteriz. Görünce az da olsa mutlu oluruz. Hiç görememekten iyidir bu… İşte, marka böyle bir şey…
Lüks hayat yaşamak isteriz. En lüks yaşayanlar modelimiz olur. Ama aynı imkanlara sahip değiliz. Mutsuz oluruz. İşte bu mutsuzluğu, mutluluğa dönüştürmek için pazarlar kurulur. Size, mutluluk pazarlayarak, para kazanmayı hedef edinirler. O mutlu hayatlar, o zengin hayatlar markalaştırılır… size markası satılır. TV'lerdeki shov programları gibi… bir anda parlar, güzel gelir. Biraz düşününce, çam devrilir. Bir avuç mutluların hayatı fotoğraf gibi pazarlanır sizlere. Milyonlar o markaları kullandıkça, kendilerini, o bir avuç mutlular gibi, mutlu hisseder… ama ne kadar? Taşın üstünden atlayıp, karşıya geçinceye kadar. Bir anlık bir mutluluk. İplik aynı, kumaş aynı, dikiş aynı… Ama ödenen para 3-4 katı. Mutluluk satın alırsınız. Alınan malzeme, yanında eşantiyon olur… Bir üründen çok, bir yaşam tarzını satın alırsınız. Yaşam tarzı, bir kara kutuya sığdırılır bu markada. Aldığınız kalite değil markadır. Belki %10 kalite farkı vardır. Ama verilen para bu kaliteye değil… Fark, ödenen para farkı, %10 değil artık. %200- 300 Manzaralı lüks bir lokantada, aynı yemekleri yediğiniz halde, 3-4 katı yemek parası verdiğiniz gibi… Yani manzara ve ortamdaki diğer zenginlerle aynı havayı teneffüs etmenin fiyatı olur bu fiyat.. 'Her simge, derinlerde hissedilen arzuları karşılar.''Bizim bilinç dışı arzu ve ihtiyaçlarımızı yapılandırmaya çalışan bu simgelerin şirketlerce üretimidir.' Elle tutulmayan hayallerin pazarı, en karlı pazar olur, bu simgelerle…
Kendi ezilmişliğinden utanan insan rol yapmaya başlar. Başka yüzlerle dolaşmaya ihtiyaç duyar.. işte marka bu boşluğu doldurur. Markaya inanın saflığı ile, markayı kullananın kurnazlığı arasındaki uçurum… dağ ile çukur gibidir. Bu yüzden birbirine aşıktırlar. Melankolik insanlar, daha çabuk aşık olurlar. İnsan güneşe baka baka parlar mı? Markayı onaylayan müşteri zamanla o markanın oyuncağı olur. Parayı basanın, sonra paranın oyuncağı olduğu gibi…
Köyümüzde bir Tahir ağa vardı. Tarlası çoktu. Tarlalarını yarıcılar sürer, eker, biçerdi. Hasat sonu yarısını Tahir ağanın ambarına doldururlardı. Tahir ağa her söylediğini yaptırırdı. Haklı veya haksız bağırır aşağılardı yarıcıları. Yarıcılardan birinin oğlu Almanya'ya gitti. 5-6 yıl sonra geldiğinde, ilk işi ağanın tarlasını istemek oldu. Tahir ağa 'sen kim oluyorsun benim yeri alacak lan, sümüklü! '' dedikçe tarlanın fiyatı arttı. Yanında bir başka köylünün tarlası da vardı. O kendi yerini alması için Almanya'lıya yalvardı ama, ı-ıhhhh! .. İlla da 'ağanın yeri olacak' dedi. Sonunda ağanın yerini, öbürünün istediğinden üç katı fazla para ödeyerek aldı. Yarıcı ağadan arsayı değil, yıllarca biriken öfkesini aldı kendi parasıyla… Diğer yarıcılar gözünde büyüdü. Kurtuldu yarıcı olmaktan… Onlarla olan eski yakınlıkları değişti… Alaylı, şakalı, argolu konuşmaların yerini, saygılı, tedirgin, ciddi davranışlar aldı. Bütün marka alanlar gibi… Oysa bir başka zengine satamadı Tahir ağa, öbür tarlalarını, aynı fiyata… Zenginler diğer fakirlerin yerlerini aldı, daha ucuz fiyatlara. Marka giyen de ancak işportadan giyenlerin yanında zengin görünmeye çalışır ama zengin olamaz. Marka bilinçsiz insanların zaaflarını paraya çevirmek için bir tuzaktır. İnsanlardaki ezilmişlik kompleksini kullanırlar.
Cehaletin de en güzel mazereti… çarığa secde edeceğime, çizmeye secde ederim ve çizmeli adam arar kendine… 'aklı' olan da, hiçbir şeye para yatırmıyor çizmeye yatırıyor. Eğer onlar gibi giyiniyorsanız 'bizden' olduğunuzun en önemli karinesini taşıyorsunuz demektir. Bu arada sizin (kafanızın içi) darbeci olmuş, kontur gerillacı olmuş, jitemci ya da işkenceci olmuş, hortumcu, ırkçı, uyuşturucu kaçakçısı, mafya tetikçisi olmuşsunuz önemi yok. Rejimi karanlıktan kurtarmaya sahipsiniz demek. Mantıklı insan gerçeklerin gözünün içine bakmaktan korkmaz… Bu tuzağa düşmezler.
Nihayet en önemli güç, - her şeyi birbirine kaynatan çimento- kişinin kendi düşüncesinden utanmasıdır. Böylesine bir güç bu işte. Hiç kimsenin kafasında kendisinin olan bir düşünce kalmasın istiyorlar. Ayıp sayıyorlar böyle bir şeyi…Başkanım demek, müdürüm demek, güç kaynağı artık. Bütün umutlar ondadır. Ona bağnazca inanılır. Her şey ondan beklenir. Bir kütüphanede, elinden binlerce ciltli kitap geçen biri, onları hiç okumamış olsa bile, bir kitapsever gözünde büyük bir kişidir… Yasalarca yasak olmasa bile bir alt kimlikli, üst kimlikten olan birine sen diye hitap edemez…
Zengin yoksulu döverse doğaldır, haber olmaz da, yoksul zengini döverse yer yerinden oynar. Aynı şey, alt kimlik üst kimlik için de geçerlidir… Bakan memuru döver, olağan karşılanır. Suç sayılmaz. Memur bakana bir tokat atarsa hayatı söner.
Basılı bir davetiye neden önemlidir.. Sözle söylendiği zaman ciddiye alınmaz ama bir davetiye gelince… asla unutulmaz en ciddi iş o olur… Bir başkan karısı olmak, bir müdür karısı olmak, bir subay karısı olmak marka. Kocasının subay rütbesi, öbür kadınlardan üste çıkarıyor onu… Zenginlerle veya ünlülerle evlenmek de bir marka… Hatta evlenmek değil, bir gecelik yatağa girmek marka. Her türlü ahlak kuralları, ünlüler söz konusu olunca rafa kalkıyor. Geleneklerine en fazla bağlı olanlar bile dayanamıyor bu markaya. Her türlü inancın halkı sersemletmek için gerektiğini anlıyorsun. Elinde fazla imkanın yok. Güçlü ve sürekli çıkmıyor sesimiz. Okuyup hak verenler de üç gün sonra unutacaklar bunları.
Görsel ve işitsel araçlar, bangır bangır bağıracak sizlere, bu markaları. Çocuklarınıza laf anlatamayacaksınız. Boyun eğeceksiniz. Markaların gücüne teslim olacaksınız. Suçlu bir iki kişi arayacaksınız. Bulamayacaksınız. İyi araştırırsanız, koca bir sistem çıkacak karşınıza. Öyle ki, sizin gibi insanları öldürmek için bile markalayan. Bir tarafınızı kesip atarken bir tarafınız gururla bakacak, havada hedeflere uçan silahlara…Kaç sorti oldu, diye durup dinlenmeden sayacaksınız. Hangi hedefe gittiği ve hangi parçanızı götürdü, aklınıza bile gelmeyecek. Yeni öğrendiğiniz sorti sözünü tekrarlayacaksınız gururla… Sizin için sanal bir oyun sanki.. Çünkü bilgisayarınızda alıştınız bunlara. Bir gün sizin üstünüze düştüğünde işte o zaman öğreneceksiniz bunun ne demek olduğunu. Ama çok geç kalmış olacaksınız.
Markalanmış bir toplumun markalaşmış hedefleriyiz. Hepimiz marka peşindeyiz.
İnsanlar kendi dilini bile unutuyor. Artık kimse adını sormuyor, 'Nikiniz ne efendim? ' Bu durum karşısında, aptal aptal bakarken dilimizi yutuyoruz. Geldiğiniz yerden, doğup büyüdüğünüz topraklardan utanıyorsunuz. Ama ne olduğunu bilmediğiniz için, ezberlediğiniz, milliyetçilik kültürünü de çeyiz sandığında el değmemiş bir şekilde, saklamaktan ve daraldıkça kullanmaktan gurur duyuyorsunuz. Peşinde koştuğumuz özgürlük, markaların özgürlüğüymüş. Markalar özgürlük olarak satılıyor şimdi…
Hadi, marka alın siz…
MEHMET HALİL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder