1 Şubat 2007 Perşembe

EMEĞİN SANATINDAN 5. MERHABA





HRANT DİNK KATLEDİLDİ!

Acı ve dolu bir gündemle kapadık ocak ayını...  Değerli gazeteci, yürekli aydın Hrant Dink, faşist çetelerin yönlendirdiği 17 yaşında biri tarafından katledildi........ Ülkeyi ayağa kaldıran bu olay, aynı zamanda faşistlere de en keskin bir yanıtla yankı buldu: “Hepimiz Hrant Dink’iz! Hepimiz Ermeni’yiz!” Hrant Dink’in toprağa verildiği 23 Ocak Salı günü İstanbul caddelerini dolduran yüzbinlerce insan, bu sloganla şovenizm ve ırkçılığa tokat gibi bir yanıt veriyordu... İlk kez bir “Ermeni”nin cenazesi böylesine kalabalık bir kitle tarafından kaldırılıyordu.....

Kapaktan da anlaşılacağı üzre bu sayımız, Hrant Dink’in katlinden duyulan acının yansımalarıyla hazırlandı.....  Şair dostlarımız, yüreklerinin başındaki acıyı dizelere döktüler.....

Kimdi Hrant Dink ?

Bir insan tanıdık; doğası zengin, toprağı mümbit Anadolu’muzun bağrından çıkan. Özü sözü doğru,  duruşu yiğit, sözleri mermi gibi...

Bir insan tanıdık; doğru bildiği yolda yalnız da olsa eğilmeden, bükülmeden giden. Doğru bildiği sözü, gözünü kırpmadan , sapmadan, kıvırmadan açık, net ve kesin bir dille söyleyen.

Bir insan tanıdık;  yaşamını kutsal görev ve özveri bilinciyle buluşturarak insan sevgisini yüreğinden fışkırtan.

Bir insan tanıdık; dobra dobra, kırılmadan, kıvrılmadan haykıran. Düzenin nimetlerinden faydalanmak için değil, düzeni mutlu ve huzurlu insanların mekânı kılmak için didinen.

Bir insan tanıdık; umudun ışığı, inancın rüzgârı, sevginin solmaz gülü olan. kaygıyı silen, kirliliği ağartan; usanmışlığı, yenilmişliği, yıkılmışlığı;  kişiliğiyle, insanlığıyla, umuduyla yok eden.

Bir insan tanıdık; yaşamının elli üç yılını onurla taşıyan, onurla sonlandıran.  İnsanlıktan yoksun sevgi yoksullarınca katledilen, halkının alanlara sığmayan sevgisiyle  taçlanan.

Seni tanıdığımız için çok mutluyuz Hırant Dink. Senin kişiliğinde örnek bir aydını, gerçek bir insanı tanımakla, insana yönelik umutlarımızı dirilttin. Bir değer öğütme makinesi olan ülkemizde faşist kurşunların son hedefi sen oldun....

Ama şunu bil ki, vurduklarına, vuracaklarına bin pişmanlar, derin kuyuların sinsi akrepleri. 19 Ocak’tan önce onurla “Ermeni’yim, Türkiyeliyim “ diyen ve inkâr fırtınasına karşı dimdik ve onurla duran bir Hrant Dink vardı...Toprağa verildiğin 23 Ocakta derin kuyuların akrepleri gördüler ki, faşist kurşunların akıttığı kanının her zerresinden fırlar gibi yüz binler alanlara , yollara sığmadı....”Ben Hrant Dink’im, Ben Ermeni’yim” belgileri her elde bir tokat gibi fırlıyordu ırkçı faşistlerin yüzüne...

Işıklar içinde yat Hrant Dink, Seni unutmayacağız, unutturmayacağız da. Senden akan kan damlalarından büyüyen halklar arasındaki sevgi ve dostluk bağı daha da pekişecektir...  Artık “Hepimiz Hrant Dink’iz”

             
 ALİ ZİYA ÇAMUR


BU SAYININ SAVSÖZÜ

Gelin hep birlikte eşit ve ayrıcalıksız yurttaşlar olma talebimizi öne çıkaralım.
Gelin, demokratik haklarımızı öne çıkaralım.
Gelin, kimliğimizi yaşatma inadımızı ortak bir hukuk anlayışına oturtalım.
En önemlisi de gelin, ruhlarımızı yanıbaşımızda esen fırtınalara kaptırırken, hiç olmazsa birbirimizin melteminden kopmayalım.
***
Ben tarihi değil, bugünü yargılıyorum.
Geçmişi bugünün değerleriyle yargılamadığım gibi esas olarak bugünü de tarihin şartları ve değerleriyle oluşturmuyorum.
Tarihimizde yaşayanlar kendi dönemlerinden sorumluydular ben ise bugünden sorumluyum. Ve bugünün değerleriyle hareket ediyorum.
Bugün benim şartlarımı "geçmişe bir tokat" kabul etmediğim gibi,
bugün"  dururken "geçmiş"le kavga edecek kadar da zamanını boşa harcayacak  biri değilim.   HRANT DİNK



 YAŞAM VE SANATTA 
15 GÜNÜN İZDÜŞÜMÜ...



HRANT DİNK KATLEDİLDİ!

İstanbul'da Ermenice-Türkçe yayımlanan Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, gazetesinin önünde katledilkdi.. Aylardır yazılı ve görsel basının ve hukukçuluğu kendilerinden menkul kişilerin kışkırtmaları meyvesini bir aldatılmış kurşunun ucunda verdi....

Katil,  otuz iki saat içinde yakalandı.....  Hırant Dink’e yönelik  yazılı ve sözlü linçlere kulak tıkayan emniyet in tepesinde kişiler, cinayeti “milliyetçi duygular”la 17 yaşındaki bir çocuğun sırtına yüklemeye çalıştılar...  Katilin Trabzonlu oluşu, dikkatleri daha önce işlenen rahip cinayetine ve Trabzon’da gerçekleştirilen linç ve bombalama eylemlerine çevrildi.... Bir bildiri dağıtan devrimci gençleri kırk yıl izleyen emniyetimiz, bombalama ve linç eylemlerinin  baş sanıklarını cezaevlerinden çıktıktan sonra izlememiş, “kahraman” gibi davranmışlardı.. 

Olayın duyulmasıyla birlikte pek çok insan Agos gazetesinin bürosu önünde toplandı..... “Hepimiz Hrant’ız! hepimiz Ermeniyiz!”  belgileri yükselmeye başlandı.... Hrant Dink, 23 Ocak Salı günü bu sloganlarla toprağa verilirken, bu sloganlarda yatan “empati”yi anlama gerçekliğinden uzak gerici, şoven çevreler, “Halkların Kardeşliği”nden  ürküntülerini ateş püsküren açıklamalarla kapatmaya çalıştılar....   

Hrant Dink,  vicdan sahibi olanlarla vicdansızları ayırdı, insan olanla insanlıktan çıkmış olanı da. Bir arada yaşamak isteyenle boğazlaşmak isteyeni. Geleceğimiz umut olsun isteyenle karanlık isteyeni. Bir devrim oldu bu ülkenin bilincinde. 100 yıldır olmamıştı böyle bir şey. Türkiye'nin yaklaşık 50 şehrinde Avrupanın 20 şehrinde Türkçe, Ermenice, Kürtçe, mumlar yandı, "Hepimiz Ermeniyiz, Hepimiz Hrant'ız!" belgileri yükseldi..  Hrant gibi Ermeni kardeşlerimiz için çok önemli, tarihi bir gün 23 Ocak. Belki 1915'in, 6-7 Eylül'ün acısını bir nebze hafifletecek. Bu ülkede yaşayan milyonların kendilerine bile söyleyemedikleri yürek ağrısına merhem olacak. Bu bir miting değil, Hrant'ı uğurladık ama bu bir cenaze töreni de değil. Bir başka Hrant yok, bir daha 23 Ocak da olmayacak. Belki yeni 23 Ocakların olmamasının da başlangıcı olacak. Bu yürüyüşe Türkiye’nin ve Dünyanın dört bir tarafından koşup gelen Türk, Kürt, Ermeni ve başka yüz binlerce insanımızla 100 yıldır bu ülkede söylenmiş en güçlü sözü söyledik. Farklılıklarımızla bir aradayız, ortak vicdanımız, insanlığımız, geleceğimizin karartılması girişimine karşı ortak direnişimizle yürüdük.

HEPSİNİ BİRLİKTE ANALIM...

Hrant Dink'in silahlı suikaste uğramasıyla 102 yılda öldürülen gazeteci sayısı 62'ye çıktı. TGC'nin listesine göre gazeteciler, yayın organları ve öldürülme tarihleri şöyle:

Hasan Fehmi Bey/Serbest 1909, Ahmet Samim/Sada-yı Millet 1910, Zeki Bey/Şehrah 1911, Hüseyin Kami/Alemdar 1912 veya 1914 , Hasan Tahsin/Hukuk-u Beşer 1919, Silahçı Tahsin/Silah ve Bomba 1914 , İştirakçi Hilmi/iştirak.Medeniyet 1922, Ali Kemal/Peyam-ı Sabah 1922, Hikmet Şevket 1930, Sabahattin Ali/Marko Paşa 1948, Adem Yavuz/Anka Ajansı 1974, Ali İhsan Özgür/Politika 1978, Cengiz Polatkan/ Hafta Sonu 1978, Abdi İpekçi/Milliyet 1979, İlhan Darende-lioğlu/Ortadoğu 1979, İsmail Gerçeksöz/Ortadoğu 1980, Ümit Kaftancıoğlu/TRT 1980, Muzaffer Fevzioğlu/Hizmet 1980, Recai Ünal/Demokrat 1980, Mevlüt İşit/Türkiye 1988, Seracettin Müftüoğlu/Hürriyet 1989, Sami Başaran/Gazete 1989, Kamil Başaran/Gazete 1989, Çetin Emeç/Hürriyet 1990, Turan Dursun/İkibine Doğru ve Yüzyıl Dergileri 1990, Gündüz Etil 1991, Mehmet Sait Erten/Aza-di Denk 1992, Halit Güngen/İkibine Doğru 1992, Cengiz Altun/Yeni Ülke 1992, İzzet Kezer/Sabah 1992, Bülent Ülkü/Körfeze Bakış 1992, Mecit Akgün/Yeni Ülke 1992, Hafız Akdemir/Özgür Gündem 1992, Çetin Ababay/ Özgür Halk 1992, Yahya Orhan/Özgür Gündem 1992, Hüseyin Deniz/Özgür Gündem 1992, Musa Anter/Özgür Gündem 1992, Yaşar Aktay/Serbest 1992, Hatip Kapçak/Serbest 1992, Namık Tarancı/Gerçek 1992, Uğur Mumcu/Cumhuriyet 1993, Kemal Kılıç/Yeni Ülke 1993, Mehmet İhsan Karakuş 1993, Ercan Güre/ HHA 1993, İhsan Uygur/Sabah 1993, Rıza Güneşer/Halkın Gücü 1993, Ferhat Tepe/Özgür Gündem 1993, Muzaffer Akkuş/Milliyet 1993, Nazım Babaoğlu/Gündem 1994, Erol Akgün/Devrimci Çözüm 1994, Seyfettin Tepe/Yeni Politika 1995, Metin Göktepe/Evrensel İstanbul 8 Ocak 1996, Kutlu Adalı /Yeni Düzen (Kıbrıs) 1996, Selahattin Turgay Daloğlu 1996, Reşat Aydın/AA, TRT 1997, Ayşe Sağlam 1997, Abdullah Doğan/Candan Fm 1997, Ünal Mesuloğlu/TRT 1997, Mehmet Topaloğlu Kurtuluş 1998, Ahmet Taner Kışlalı/Cumhuriyet 1999, Hrant Dink/Agos 19 Ocak 2007. 



       AVUKAT BEHIÇ ASÇI ÖLÜM ORUCUNA ARA VERDİ...  

Şişli'de bulunan evinde 293 gündür F tipi cezaevlerinde tecride son verilmesi amacıyla ölüm orucunu sürdüren Avukat Behiç Aşçı ile Adana'da 262 gündür ölüm orucunda bulunan Gürcan Görüroğlu, taleplerin kabul edilmesi üzerine eyleme son verdi.

DISK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, Türk Tabipler Birliği(TTB) Merkez Konsey Başkanı Prof.Dr. Gencay Gürsoy, Istanbul Barosu Başkanı Kazim Kolcuoglu ve Halkın Hukuk Bürosu avukatlarından Taylan Talay, Asçı'nin ölüm orucunu sürdürdüğü Şişli'deki evinin önünde basın açıklaması yaptı.

Gürsoy, TTB'nin F tipi cezaevlerinde yaptığı incelemeleri rapor halinde sundukları Adalet Bakanlığı’ndan 'F tipi Cezaevlerindeki koşulların değiştirilmesinin kabul gördüğünü ve bunun bir genelge ile bugün yayınlandığını' anımsattı. Genelge uyarınca her hükümlünün sosyal alanlarda diğer mahkumlarla haftada 5 saat olan birlikte zaman geçirme süresinin 10 saate çıkarıldığını belirten Gürsoy, 'Daha sonra onun 20 saate çıkarılma ihtimali var. Daha başka açılımlar da olabilir. Biz de bu gelişmeyi Behiç Aşçı'ya ilettik ve ondan da ölüm oruçlarının durdurulacağı haberini aldık. Acı olayların sonunda bu sevindirici haberi vermekten mutluyuz' dedi.  

DİSK Genel Başkanı Çelebi de, F tipinde tecrit konusunun yıllarca tartışıldığını ve gerilimler yüzünden insanların öldüğünü, sakat kaldığını belirterek, 'Demek ki bugünküne benzer düzenlemeyle, bu sorunlar aşılabilirdi. Bu kadar insan ölmeden bu adımlar atılabilirdi. Biz DISK, TTB, KESK ve TMMOB olarak bu konuda önemli girişimlerde bulunduk. Hrant Dink'in ölümünden sonra tabi sıkıntılıyız ama az da olsa bu haber bizi sevindirdi. Böylelikle belki, ikinci bir ölümü yaşamayacağız. Umarım Aşçı'nin tedavisi gerçekleşir ve eski sağlığına kavuşur. Genelgeye ilişkin gelişmelerin takipçisi olacağız. Aşçı'yla konuştuk, bu görevi ondan devraldık.

İstanbul Barosu Baskanı Kolcuoğlu ise, Asçı'nın sabırla ve kararlılıkla davranarak, insani taleplerinin bir ölçüde yerine getirilmesini sağladığını söyledi. Kolcuoğlu, bakanlık genelgesini, cezaevlerindeki insani koşullar konusundaki isteklerin tamamını karşılamasa da, önemli bir baslangıç olarak nitelendirdi.

Aşçı adına açıklama yapan Halkın Hukuk Bürosu'ndan avukat Taylan Talay da Aşçı'nın, sürecin tarafı olan demokratik kitle örgütlerine sonsuz teşekkürlerini ilettiğini aktardı. Şu anda Aşçı'yla birlikte, Adana'da ölüm orucunu sürdüren Gülcan Görüroğlu'nun da eylemine 'ara verdiğini' söyleyen Talay, 'Uşak Kapalı Cezaevi'nde 268 gündür ölüm orucunda bulunan Sevgi Saymaz bulunuyor. Adalet Bakanlığı'nın yayınlanan genelgesini Aşçı'ya ilettik, kendisi de ölüm orucuna ara verdi. Bundan sonra tecride karşı mücadelesini farklı eylemlerle sürdürecek. Sevgi Saymaz'ın, bırakıp bırakmadığı belli değil, umuyoruz o da bırakır' diye konuştu.

ASÇI TEDAVI ALTINA ALINDI

Behiç Aşçı evinde yapılan ilk müdahalenin ardından ambulansa bindirilerek, tedavi altına alınmak üzere İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi'ne götürüldü. Şişli'deki evinden ambulansa bindirilerek götürülmesinin ardından Aşçı'nin ailesi ve sevenleri sevinç gösterileri sergiledi. Halaylar çeken grup, “Behiç Aşçı onurumuzdur, yaşasın ölüm orucu direnişimiz!” sloganları attı.

                                                 
         NÂZIM'A EL KOYMA GİRİŞİMİNE  KARŞI TEPKİLER ARTARKEN  
YKY KOŞULLU GERİ ADIM ATTI...

Nazım Hikmet’in 105. doğum günü kutlanırken, YKY tarafından, şiirlerinin sitelerde yayınlanması önce yasaklandı. Gelişen tepkiler üzerine YKY koşullu geri adım atarak “On şiire kadar yayınlanabilir.” koşulu getirmeye çalıştı. 

Nazım Hikmet’in telif haklarını elinde bulunduran YKY, daha önce de benzer bir uygulamasından ötürü eleştirilmişti. Bu uygulamada, Anadolu Müzik tarafından yayına hazırlanan ve Türkiye’de yapılan NATO toplantısı öncesi bu kurumu eleştiren “Duyuyor musun?” adlı albümde, Nazım Hikmet şiirine yapılan bir beste engellenmişti. “Sesini kaybeden şehir” adlı şiir, bahsi geçen çalışma için Taner Öngür tarafından bestelenmiş, fakat yayınlanması için YKY engeline takılmıştı. Albümün yapımcısı Anadolu Müzik’ten Cem Yılmaz, “Albüme alınacak bu parça ile ilgili YKY’yi arayıp bize telif bedelini göndermelerini istedim. Onlar da yarım saat sonra beni arayacaklarını söylediler. Aradıklarında ‘NATO ile ilgili olduğu için izin vermiyoruz’ dediler” ifadelerini kullanmıştı.  

NÂZIM Hikmet Kültür Merkezi ve Sanat Cephesi, basına ve tüm kamuoyuna bir açıklamada bulundu. Açıklamada Nâzım Dostları Eyleme; Nâzım Hikmet Kültür Merkezi ve Sanat Cephesi'nin YKY'nin Nâzım'ı ve daha birçok şairi tekeline alma girişimine karşı aldığı bir dizi karar doğrultusunda Nâzım'ın şiirlerini internetten yayınlamaya bu hafta başlayacağı ve tüm Nâzım dostlarını, kaleme alınmış olan deklarasyon ile Nâzım şiirlerini Kadıköy sokaklarında dağıtmak üzere, 27 Ocak Cumartesi saat 14:3o'da Nâzım Hikmet Kültür Merkezi'nde buluşmaya çağırdığı ifade edildi.

Ayrıca Nâzım sevenler, ücretsiz bloglarda Nâzım şiirleri yayınlamaya çağrıldı.. http://nazimusta.com adlı site de, interaktif uygulamayla  izleyenlerini Nâzım'dan şiirler kaydetmeye çağırdı....

EMEĞİN SANATI olarak biz de her sayımızda Nâzım Usta'dan şiirler yayınlamayı sürdüreceğiz:

                                   
 YKY'NIN NAZIMI İPOTEK ALTINA ALMA ÇABASINA TEPKİLER

Soygun öneriyorum! / Tevfik Taş


YKY, yani bankalar; Nazım Hikmet’in yaşamı boyunca savaşım verdiği kurumlardan biridir

Ben, yaşamımda hiçbir zaman banka soygununa karşı olmadım, eğer soyulan hakça, insanca işlere kullanılacaksa; tam tersine destekledim, istedim.

Soyalım hanımlar beyler…

Nazım Hikmet’in bütün yaratısını bilgisayar ortamında hep birlikte yayınlayarak.

5 Ocak 2007’den itibaren internette şiiri öne çıkararak kurulan sitelere girip Nazım Hikmet, Edip Cansever, Orhan Veli, Turgut Uyar gibi şairlerden şiir okumaya yeltenenler, ekranda “Yapı Kredi Kültür Sanat ve Yayıncılık A.Ş.’nin isteğiyle okur erişimine kapatılmıştır” ibaresiyle karşılaşıyor. Yayınevi, kendi bünyesinden şairlerin eserlerine internet sitelerinden erişimi yasaklamıştır. Artık www.antoloji.com, www.siir.gen.tr, www.siirci.net, www.siirperisi.com gibi her gün binlerce kişinin girdiği sitelerde, bazı şairlerin ürünlerini okumak olanağı kalmamıştır.

YKY Genel Yayın Yönetmeni Raşit Cavaş, yaptığı açıklamada “ahlaki zafiyete”, “ticari suça” ve “şairlere hakarete” karşı “şairlerin ve varislerinin haklarını savunduklarını” söyledi.

Bu sözlerin aslı şudur: ‘Bu şairler, yazarlar, sanatçılar artık benim bankamın ticaret nesneleri arasındadır ve ancak bana parasını ödeyen bunlardan yararlanabilir.’ Meselenin bu bakımdan tanımı “teliftir” ve söz konusu olan, bu kazancın kime gideceğidir.

YKY’nin, içlerinde Nazım Hikmet’in de bulunduğu birçok yazara/şaire getirdiği ve giderek ressam, müzisyen, heykeltıraş vb. sanat erbabını kapsaması öngörülen yayın yasağı, ne yazık ki kafası mülkiyetin en ilkel, en yobaz haline çalışanlarca da desteklendi.

Radikal gazetesinden Mahmut Hamsici’nin yaptığı soruşturmaya (18. 01. 07) yanıt verenlerden bazıları şunları söylemiş: Lale Müldür, “Şairlerin zaten telif sıkıntısı çektiği bir durumda, sitelerin yaptığı ayıptır.” Hilmi Yavuz: “Şiirlerimin internete yanlış konulmasından ötürü kararı destekliyorum.” Egemen Berköz: “Yayınevinin uygulamasına temel destek nedenim, usta şairlerin isimlerinin herhangi bir internet okurunun yazdığı şiirle yan yana durmasıdır.” Tuğrul Tanyol, yayınevinin yaptığına destek çıkarken farklı bir çözüm önermiş: “Açıkçası telif haklarından çok, beni ilgilendiren, sitelerde şiirlerin yanlış basılması. Ama yayınevleri, sitelerine tadımlık olarak şiirler koyabilir.”

Burada paragöz durumuna düşen sadece Lale Müldür gibi gözüküyor, çünkü H. Yavuz, E. Berköz, T. Tanyol daha sunumdaki özensizlik ve ustalarla halk kesimlerinin eşitlenmesinden ötürü YKY’yi desteklemişler. Ama belli ki YKY Yöneticisi Çavaş, etrafında daha geniş bir soruşturma yürütmüş; çünkü yayınladığı açıklamada, “bu konuda gerçek şiirseverlerin ve şairlerin de kendilerini desteklediğini” söylüyor.

Telif sözcüğünün birinci anlamı “uzlaştırmadır”.

Gel gelelim, sözcük çoktan çatışmaya dönüştü.

Çatışalım.

Ama önce şu gerçeği söyleyelim. Bugün bilgisayar ortamında bulunan ve bu haberlere konu olan pek çok site de ticaridir ve bizim meselemiz birkaç site değildir. Ancak YKY’nin başlattığı “yasaklama”, mevcut yasayla bu ülkenin kültürel kökleri arasında sayılan pek çok değeri, tekellerin himayesine ve yalnızca onların kullanımına mahkum etmeyi gütmektedir. İlgili bütün yasaları kullanarak ve telifi öne sürerek kültürel alanı denetim altında tutmayı amaçlamaktadır. YKY bunu başlattı, yayıncılığa el atmış öteki bankalar ve tröstler de başlatacaktır. Şunu görmek için de kahin olmak gerekmiyor; YKY başta olmak üzere bütün bu tröstler, bilgisayar ortamında da bu sanatçıların ticaretini çok yakın bir zamanda yapacaklardır.

Mesele nereden dolaşırsa dolaşsın, bütün yollar parada ve güçte birleşiyor.

Şairin (gerçekten eğer şairse) yeryüzündeki ana dertlerinden biri, şiirin bir geçim nesnesi olmaktan çıkmasıdır, çünkü şairin sahici derdi, geçimin geçim nesnesi olmaktan çıkmasıdır. Sanatçı (sahiden eğer sanatçıysa) yarattığı sanat nesnesinin; yeryüzünün, bütün insanlığın ortak değeri olmasından, yarattığı nesnenin, insanlığın aklının ince kıvrımlarında dolaşmasını, yeniden üretilmesini istemekten başka nasıl bir dileği olabilir?!..

Nazım Hikmet yaşarken kitaplarından gelen parayla geçinmek istemezdi, çünkü eğer kapitalist üretim ilişkileri içinde değil de insani bir dünyada yaşasaydı, Nazım Hikmet geçinmek istemezdi.

YKY faizcilikle, halkın ve devletin birikimleri üzerinden bankacılığın o kendine has yöntemleriyle para kazanmak üzere kurulmuş ve bunu da kendi arzu ettiği yasaların kendisine verdiği olanaklarla yapmakta olan bir kuruluştur.

YKY, yani bankalar; Nazım Hikmet’in yaşamı boyunca savaşım verdiği kurumlardan biridir, Nazım’ın oğlu, babasının “telif” haklarını oraya vererek geçinmeye karar vermişse ve yasalar böyleyse, Nazım’ın ne suçu var; bizim suçumuz ne?

İnsanın ailesi her daim ilerici olmayabilir. Nazım’ın oğlu faşist de olabilirdi. Nazım’ın eserlerinden kazandığı ve kazanacağı parayı faşist partiye, savaş kışkırtıcılığına yatıran biri de olabilirdi. Adam hem bunu yapıp hem de toplumun parasız çoğunluğunu, parayı kullanarak şiirden men edebilir.

Yasa böyle.

Miras ve tereke kanunu böyle.

Adalet, insanlığın değil MÜLKİYETİN TEMELİDİR…

Soru şu: Parayla Nazım Hikmet yaratabilir misiniz?

Yanıt: Hayır.

Pir Sultan’ı, Yunus’u, Picasso’yu, Aragon’u, Ritsos’u, Karacaoğlan’ı, Nazım’ı, Mevlana’yı ve değerdaşlarını ancak bir ülke, o ülkedeki halklar, o coğrafyanın bütün geçmişi, kültürel birikimi, gelecek özlemleri yaratabilir.

O halde, YKY (=paranın) yaratamayacağı bir şeyin, toplumun bütün katmanlarına ulaşmasında bunca hak sahibi olmasına neden razı olalım ki?

Ben yaşamımda hiçbir zaman banka soygununa karşı olmadım, eğer soyulan hakça, insanca işlere kullanılacaksa; tam tersine destekledim, istedim.

SOYALIM HANIMLAR BEYLER

NAZIM HİKMET’İN, EDİP CANSEVER’İN, ORHAN VELİ’NİN BÜTÜN YARATISINI BİLGİSAYAR ORTAMINDA HEP BİRLİKTE YAYINLAYARAK.

ŞİİRLE SOYALIM.

SEVGİYLE

SOYALIM.

Ben bu suçun bedelini ödemeye hazırım. Çünkü onlar benim ülkemin, benim dünyamın şairi, sanatçısı...  (evrensel.net'ten aktarıldı.)



   NEPAL’DE BARIŞ, GERİLLALAR MECLİSTE!

Nepal'de, on yılı aşkın süredir hükümet güçleriyle savaşan Maocu gerillaların 330 sandalyeli geçici parlamentoda 83 sandalyeye sahip olmasını öngören yeni geçici anayasa kabul edildi. Taraflar arasında Kasım 2006'da sağlanan barış anlaşmasının ardından dün kabul edilen yeni geçici anayasa, Maocuların ilk kez hükümete katılmasına da olanak sağlıyor. Adalet Bakanı Narendra Bikram Nemwang, Krala karşı Nisan 2006'daki demokratik hareketin ertesinde, yeniden tesis edilen parlamentoda kabul edilen geçici anayasanın "Nepal halkının anayasası" olduğunu söyledi. Başbakan Yardımcısı Amik Sherchan da, "Bu, otokratik ve feodal bir sisteme karşı de mokrasinin zaferidir" dedi.Mevcut parlamentonun gün içinde feshedilmesi, yerine ülke tarihinde ilk kez Maocu milletvekillerinin katılacağı yeni geçici parlamentonun görevi devralması ve eski gerillaların da bakanlıkların dağılımının yapılmasından sonra, birkaç hafta içinde ulusal birlik hükümetine katılması bekleniyor. 

Maocularla hükümeti oluşturan 7 parti, 21 Kasım'da iktidarın paylaşımını öngören tarihi bir barış anlaşmasına imza koymuş, Şubat 1996'dan beri 12 bin 500 kişinin ölümüne yol açan iç savaş sona ermişti. Gerillalar, anlaşma uyarınca silahlı mücadeleden vazgeçmeye ve gerilla hareketini siyasi bir partiye dönüştürmeye söz vermişti.
                        

                            KORİDOR, KALABALIK BİR SALONA AÇILIYOR...

Ankara’nın kalabalık bir kadroyla çıkardığı yeni kültür, sanat, edebiyat dergisi Koridor; bir hayli kalabalık olan salona açılıyor!  Üç ayda bir yayınlanan Koridor, ikinci sayısını da okurlarıyla buluşturdu. Dergi; ilk sayısında yer verdiği ürünleri bu sayısında 114 sayfada daha da fazlalaştırarak, edebiyat okurlarına zengin bir içerik sunuyor.
                                                             


 ANADOLU DERGİLERİ “İNATLA” SESLERİNİ YÜKSELTİYORLAR! 

Giderek metalaşan sanatla birlikte  marketleşen , holding markası olan  dergilerin arasından, birer papatya, birer gelincik gibi Anadolu kentlerinden, ilçelerinden sanat dergileri “İNATLA” seslerini yükseltmeyi, sanat, edebiyat, şiir, öykü adına Anadolu insanının yaratım ve üretimlerini yansıtıyorlar.. 

Geçen ay, EMEĞİN SANATI’na  biri Akdeniz’in diğeri Karadeniz’in kıyıcığındaki iki ilçeden çıkan iki sanat dergisi ulaştı: 

ANDIZ 

“Şiir ve edebiyat konalgası” öndeyişiyle Silifke’den filiz veren mevsimlik dergi Andız’ın 9. sayısı çıktı.. Şair Uğur Olgar yönetiminde çıkan dergide yerel ve genç şair-yazarların dışında, Ahmet Günbaş, Ahmet Uysal, Aziz Kemal Hızıroğlu, Bülent Güldal, Kemal Gündüzalp, M. Mahzun Doğan, Mehmet Aydın gibi tanınmış şair ve yazarlar da yer almakta...  İlk sayfada “Şiirde Adalet Duygusu”nu işleyen Uğur Olgar, Türk şiirinde büyük kent ve taşra ayrımının getirdiği, taşralı şairlerin dışlanmasına , görmezden gelinmesine yönelik adaletsizlikleri dile getirdiği yazısını şöyle bitiriyor: “Şiirde de eşitlik ve düzeni etkileyecek olan, büyük kentin, eski, köhne, kalıplaşmış, şaire üstten bakan, yanaşılmaz gücüne karşı, hukukun galip gelmesine yardımcı olacak olan ve adalet duygusuna adaletsizliğin önüne geçilebilmesi için önlem alma içeriğini kazandıracak olan bu adaletsizlik duygusudur ve bu sürecin işlemesini beklemekten başka yapacak bir şey yoktur.” Necmettin Sarı, “Şiir karakterin zırhıdır. Yaşantımızın içrek yanıdır. Bakışların dövündüğü olanca  parlaklığına rağmen göz bebeklerini küçülten ışığı dışarıya öksürmenin adı.”  diyerek  sürdürdüğü “Şiir Karakterin Zırhıdır” başlıklı yazısında, ilginç saptamalar yapmakta.... Adil Okay, postmodernizme karşı taşra dergilerinin direncini anlatarak “Evet amatörüz, evet çocuğuz, evet ütopyalarımız var, evet insanı merkez alıyoruz”sözleriyle taşra dergilerinin tavrını yansıtırken düşüncelerini  Ali Yüce’nin dizelerinde somutlamakta: “Şiirlerim çok okunsun / Kitaplarım çok satsın diye / Okurun bilinçaltında / Solucan görülemem ben / Postmodern bir aferin için / Gerçeğe allık süremem / Aydınlığa, uygarlığa / Arkamı dönemem ben...”

ŞEHİR 

Şehir dergisi, İbrahim Tığ yönetiminde Zonguldak’ın Devrek ilçesinden ayda bir seslenmekte.... Ocak 2007 22. sayısının şöyle sunulmakta Şehir: “Zamanın çarkı dönüyor. Şiirin, dönen çakın dişlileri arasında erimemesi için şiire görüntüden daha çok yer ve zaman ayırmak gerkiyor. Şehir bunun için var. Edebiyat ve şiir için var.”  Şehir’de Bülent Güldal, Müslim Çelik, Ahmet Özer, Ahmet Uysal, Mustafa Kademoğlu, Fahrettin Koyuncu...  gibi tanıdık adların yazı ve şiirleri de yer almakta..... Dergide Hamit Kalyoncu’nun, maden işçilerinin “Büyük  Ankara Yürüyüşü” nün 16. yılı nedeniyle yazdığı “Yalın Yürek Yollarda” adlı 17 bölümlük uzun soluklu bir şiiri yer almakta. Bir bölümünü tadımlık olarak buraya alıyorum: “Binlerce adım kadın erkek / Binlerce türkü coşku / Binlerce ayaz soğuk / Binlerce açlık yorgunluk / Sabah yelleri ki / Bir avuç sudur yüzüne / Yangın yürekte / Bir umuttur yaşamak / Binlerce madenci / Binlerce bayrak / Binlerce Zonguldak” 
                                                             

"MAHSUS MAHAL" CEZAEVLERİNİN DUVARLARINI AŞIYOR! 

Behiç Aşçı'nın tecride karşı açlık direnişiyle gündeme çakılan cezaevleri sorunları ve yükselen F tipine direnişle birlikte ocak ayında, tümüyle mahpus dünyası ile ilgili bir de dergi yayın hayatına başladı: MAHSUS MAHAL. Bu ülkenin en fazla acı çeken, yoksunluğu en fazla yaşayan bireyleri, mahpuslar. Hayatın tüm renklerinden koparılıp çoğu kez tek renkli soluk gri ve sağır duvarlar arasında yaşamaya mahkûm bırakılanlar. Mahsus mahal, işte bu koşullarda yaşayan mahpusların sesi soluğu olmaya niyet etmiş. Üç yıldır Anadolu Kültür tarafından yürütülen ve koordinatörlüğünü de eski bir mahpus olan Aytekin Yılmaz'ın yaptığı "Hapishane Duvarlarını Aşmak" projesinin bir devamı gibi Mahsus Mahal dergisi. Hapishanelerde yazılan öykü, şiir, deneme, mektup ve çizilen karikatürlerden oluşan yedi de kitap yayınlanmış bu üç yıllık zaman dilimi içinde. Bir başka yönüyle de PEN Hapisteki Yazarlar Komitesi'nin Projesi olmuş Mahsus Mahal dergisi. *Mahsus Mahal, üç aylık hapishane ve edebiyat dergisi. Ocak 2007. sayı 1.5 YTL. Tel: 0 212 292 00 26 İstanbul. 

                

                                               

NOT: E-Dergimize yapıt göndermek isteyen dostlar, emegin_sanati@mynet.com adresine gönderebilirler.  Ayrıca grubumuza üye olarak, grup adresi yoluyla da bizlerle ilişki kurabilirsiniz: http://gruplar.antoloji.com/emegin-sanati Google Grup E-Posta Adresi: emegin_sanati@googlegroups.com Facebook Grup Adresi: http://www.facebook.com/album.php?aid=9847&id=100000398597738&saved#!/group.php?gid=25084311107 Twitter Adresi: http://twitter.com/#!/emeginsanati  Emeğin Sanatı E-Kitaplığı: http://issuu.com/emeginsanati

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder