TOPLUMCU ŞİİR
- şiir ve toplum-toplumsal olgu ilişkisi -
İnsana dair her olgu aynı zamanda toplumsal bir olgudur. Sanat da toplumsal bir olgudur. Şiir de öyle. Her şair ve şiir kendi toplumsal ortamının ürünüdür. Şair bunu reddetse de, şiir bunu reddetse de bu böyledir. Öyleyse en öznel şiir bile toplumsal olandan bir şeyler yansıtmak zorundadır.
Peki bu durumda her şiir toplumcu şiir midir? Hayır, toplumsal öğeleri barındırması yansıtması yetmez, bu henüz edilgenlik noktasıdır. Toplumcu şiir toplumsal bir kavgası olan şiirdir. Toplumsal kavganın bir parçasıdır. Etkendir. Kavgası olmayan şair var mıdır? Yok ise her şiir kendi şairinin kavgasının aracı değil midir. Dolaylı olarak her şiirin toplumsal bir kavgası yok mudur?
Kavgası olmayan insan yoktur. Yel değirmenlerine saldıran Don kişot’un bile bir kavgası olduğu açıktır. ve yel değirmenlerine saldırısı toplumsal kavgasıdır aynı zamanda. Feodalizmin kendini ispatlama, kapitalizme gözdağı verme kavgasıdır...Cervantes de Don kişot aracılığı ile kendi toplumsal kavgasını vermektedir. Peki kavgası olan her şiir ki mutlaka bir kavgası olduğunu söyledik, toplumcu şiir midir? Öyle olsa, böyle bir kavramsal tanıma gidilme gereği duyulmaz, her şiir toplumcu şiir sayılırdı. Toplumcu şiir kavgasını belli bir toplumsal çözümleme-eleştiri ve bu çözümleme-eleştiriden bir toplumsal önerme üreterek verir.
Her toplumsal eleştiri ve önerme o şiiri toplumcu şiir yapmaya yeter mi?
Her toplumsal sınıf kendi cephesini genişletmeye çalışır. Bunun diğer toplumsal sınıfların çıkarlarını ve nihayet insanlığın çıkarlarını da temsil ettiği iddiasında bulunur. Örneğin küreselleşmenin ya da özelleştirmenin bütün insanlığı mutlu edeceğini öne sürer bir sınıf... Bir diğeri buna bir yandan eleştirisini iletir, diğer yandan kendi önermesini tüm insanlığı temsil iddiasıyla öne sürer ve sosyalizmin tüm insanlığın sadece iradi değil, tarihsel geleceği olduğunu da söyler. Bir sınıf, herkes kendi çıkarlarını maksimize ederken toplumsal çıkar da maksimize edilmiş olur derken, diğeri herkes toplumsal çıkarı maksimize etmeye çalışırsa kendi çıkarı da maksimize olur der. Biri zaten maksimize olmuş çıkarının, diğeri bir türlü maksimize olamamış çıkarının peşindedir. Son derece kaba bir açıklama yapacağım şimdi: toplumcu şiirle bireyci şiir arasındaki fark tam da bu içsel mantık farkıdır Hepimizin yakından ilgilendiği sevda ve aşk meselesi (bu iki sözcüğü bilerek kullandım) üzerinden yaklaşmak istiyorum. Eş anlamlı görünen bu iki sözü hepimiz kullanıyoruz. Ancak kullanım alanlarında anlatmak istediğime denk düşen farklılaşmalar da yok değil. Sevdayı işleyen iki şiirden biri toplumcu şiir diğeri bireyci şiir olabilir. Ne demek bu? Şu demek: Aynen gazete haberlerindeki gibi bir şey: Yol kenarında aşk yapılabilir, para karşılığı aşk yapılabilir, futbolcuyla manken aşkları yapılabilir yani aşk yapılabilir. Bu uç örnekler aşkın tanımı değil elbette ama burada iki şiir ayrımını anlatmama yardım ediyor. Devam edeyim. bu tür imalatlar için sevda kavramı kullanılamaz. Bu ayrımın altında yatan mantık, bireysel tatmin-bizsel tatmin mantığıdır.. Biz bir birlikteliği ifade eder. Biz alansal ve zamansal olarak genişlediği ölçüde toplumsal alana ve toplumcu şiire, alansal ve zamansal bir darlığa girdiği ölçüde de bireysel alana ve bireyci şiire düşer. Burada alan cinsel olandan insani olana, öznel olandan toplumsal olana tüm alanlara uzanır. Zaman buna da bağlı olarak şimdiden geçmişe ve geleceğe uzanır.
Toplumcu şiir bu anlamda aşkın diyalektiğini keşfetmiş şiirdir.
Mahmut Ayaz'ın bir şiirini örnek vermek isterim... "Militan Kız" şiirinde bir militan kıza aşkını ve militan kızın onu düştüğü uçurumlardan çıkardığını anlatıyordu. Bu şiirde aşk iki cins arasında yani erkek ve kadın arasında yaşanılır algılanmaktan öte algılanmaktadır. Burada aşkın yalnız kimyası değil diyalektiği, diğer insani toplumsal örtüşme boyutları anlatılmaktadır. Buna karşılık örnek vermeyi gerektirmeyecek çoklukta bireyci şiirleri sizler internet ortamlarından biliyorsunuz.. bu aşk şiirleri daha çok kimyasal şiirlerdir. Kimyasaldır, çünkü aşkla genellikle gece vakti ilgilenmektedir. Aşka ayrılan bir zaman vardır ve o gün batımıyla gün doğumu arasıdır. Rastlantısal ve anlık görünmektedir. Sokaklar, alanlar, işyerleri, geçim dertleri gibi toplumsal alanlarda dolaşmaz. bu aşkın pek de örtüşmediği alanlardır. Alansal ve zamansal darlık bireyci şiire karşılık gelmektedir. Ve bu aşk anlayışının, bireyci şiirin yagınlaşması bir toplumsal, tarihsel olgudur. Tam da sokaktaki, işyerindeki vb. rollerden kaynaklı bir özneleşememe nedenine bağlıdır çoğunlukla.
Şimdi burada buna bağlı bir parantez açmak istiyorum. Toplumcu politikayı savunan bir şair bireyci şiir yazabileceği gibi, bireyci politikaları savunan bir şair de toplumcu şiir yazabilir. Buna örnek vermem gereken şiir sanırım "mihriban" şiiridir. Yanlış hatırlamıyorsam her iki mihriban şiirinin şairi de aynıdır ve MHP"lidir. Oysa bu iki şiir de aşkı dar bir alana ve zamana hapsetmeyen, toplumsal varlığı içinde çözümleyen şiirlerdir. Ve şu bir rastlantı değildir: bu şiirlerden üretilmiş türküleri en çok emekçiler sever, dinler. Demek ki sınıfsal-ideolojik bir karşılığı vardır. karşılığı vardır ve budur. mücadelerini besleyen çözümlemelere sahiptir.
***
Toplumcu şiir ve slogan meselesi üzerinde durmak istiyorum. Bu aynı zamanda toplumcu özün şiirde biçime yansımasına işaret edecek. Şurdan başlamak istiyorum: Toplumcu şiir Kavga şiiri olması hasebiyle kavganın araçlarını kullanır.
Kavga en son fiziksele indirgenebilir. Öncelikle akıl işidir, psikoloji işidir. Kavgaya giren neyin kavgasını verdiğinin farkına varmak bu demektir ki uzlaşmazlığını, şiddetini algılamak, anlamak zorundadır. Kavganın kazanmanın ihtiyaç duyduğu ilk şey gerçektir. Bu yüzden derim ki hangi politik kafadan çıkarsa çıksın, yaşamın işleyişini doğru çözümleyen, bu demektir ki diyalektiği ele alan her sanat ürünü toplumcudur. Toplumcu kavgaya hizmet eder. Balzak klasik örnektir. Kendisi feodaliteyi savunan kralcı bir romancı. Ancak toplumsal çözümlemelerini diyalektikle yapan, toplumu çatışan, değişen, dönüşen bir organizma olarak çözümleyen romanları var. Dine ve mistisizme en çok dayanan düzeni savunurken, toplumsal çözümlemelerini din kitaplarının verdiği talimatlar doğrultusunda yapmaz. Bu gericinin yapıtları hala devrimcilerin başucu kitaplarıdır.
Kavga eden, meşruluğunu, kendi içinde ve sonra da hasmının gözünde kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle kavgada hasmın gözüne bakmak esastır... Bu bir haklılık, özgüven ilanıdır, kazanma inancının ilanıdır. Vazgeçmeyeceğinin ilanıdır. Bu şiir gözünü kaçırmaz ,(kaçıranlar da vardır ne yazık ki) hasmının gözünün içine bakar. Anlaşılmaz sözler gevelemek işi değildir. Hem dostuna hem hasmına sözünü gözünü kaçırmadan söyler. Sezdirmek genel ve kalıcı bir özelliği değildir. Genel ve kalıcı olan haykırmaktır. Dostlarını yanına çağırmak, hasmını ezmek için gereklidir bu. Sözünün algılanmasına, anlaşılmasına ve bence bunlar da yetmez coşkulanmasına çalışır. İşte bu noktada slogancı şiire gelmek istiyorum. Bu şiirin kavgayı tek bir unsura, genellikle şiddetli sese indirdiğine inanıyorum. Bu şiir ses şiddetiyle kavga eden bir şiirdir. Oysa kavga, dediğim gibi, kavganın tek boyutu cesaret ve korku boyutu değildir. Ne dostunu tümel olarak donatabilir, ne düşmanını tümel olarak ezebilir.
Toplumcu şiir gelecekle ilgilenmektedir. Geleceği kurmakla. Bu demek ki geçmişe ve bugüne vurmakla. Bu demek ki unutturmamakla bu demek ki hafızayla, bu demek ki tüm duyulara hitap etmekle ilgilenmek zorundadır. Bunun araçlarından biri ses ve ahenkse, diğeri öykülemedir. Öyküleme kıssadan hisse demektir. Bir yandan da anımsamaya giden yolda anı yaratmaktır. Başta nazım olmak üzere bütün büyük toplumcu şairlerin öykülemeye sıkı sıkı bağlılığı bunun ifadesidir.
Kavga mucizelere değil kendi mücadelesine inanmak ihtiyacında olduğuna göre bilimsel çözümlemelere dayanmak ihtiyacındadır da. Sıradanın tarihsel önemde olduğunun, tarihsel önemde olanın da sıradan olduğunun altını çizmek zorundadır. Bu sıradan görünenin çarpıcılığından yararlanmayı gerektirir. Aynı şekilde tarihsel olanın da sıradan olduğu çarpıcılığından. Che'nin bence müthiş bir dize olan şu sözünü hatırlayalım: "Gerçekçi ol, imkansızı iste!"
Toplumcu gerçekçi şiir estetiği, emekçi sınıfların tüm duyularına seslenmeyi, görsel, işitsel, fiziksel, şaşırtmayı amaçlayan, düşsel tüm unsurları içine almak zorundadır. İnsanı doğayla ve toplumla bir bütün içinde kavramak bana göre estetik zenginlik açısından avantajdır ve toplumcu şiir bu avantaja sahiptir.
Şiir var mı, nerede...
Şiir var mı var...İsmet Özel çağdaş Türk şiiri olmadığını söylüyor. Bence o da var. İşte olan çağdaş Türk şiirinin ta kendisidir. Çağdan bağımsız değiliz artık. Hiçbir toplum bir diğerinden, bu demek ki çağından yalıtık değil. Doğru algılamak gerek. Çağdaşız ve bu çağda ülkemize, toplumuza biçilen rol bu. Karşı çıkacaksak bu role ve bu rolü kabullenmiş şiire karşı çıkacağız. Küreselleşme bireyciliğin, yalnızlığın, çaresizliğin yaygınlaştırılmasıdır aynı zamanda. Bunu öneren şiire karşı çıkacağız. Gizemli, bu demek ki tekil, bu demek ki yalnızlığı vurgulayan şiire karşı çıkacağız. Umut yoksa kavga yoktur. Çaresizlik madalyonunun öbür yüzü kendi dışından bir şey beklemektir. Bu demektir ki mistik şiire, kaderci şiire karşı çıkacağız.
Toplumcu şiirin beslendiği koşullar
Ne zaman olmuş bir bakalım...ne zaman kavga şiddetlenmişse o zaman olmuş..toplumcu şairler toplumsal alt üst oluş dönemlerinin ürünleri olmuşlar.. tüm sanat alanları için de gerekli bu.. Neruda, Nazım, Mayakovski, Hasan Hüseyin, Ahmed Arif hep kavgaların ortaya çıkardığı şairlerdir. Burada bir parantez açmak istiyorum. Ayakları kavganın içinde durmayan bir adamın şiirlerinin kavganın içinde durması son derce zordur. Yani bir şair sadece şiirleriyle kavga edemez. Toplumcu şairlerin sanırım tamamı örgütsel geleneği olan, mücadelesi olan şairlerdir. Belki Bertolt Brecht’i dışında tutmak gerekir. Hani derler ya partinin talimatıyla şiir yazılmaz. Doğrudur. Zaten onlara da partileri talimat vermemiştir. Kavgaya sürebilecekleri neleri varsa vermeleri istenmiştir doğal olarak. Ve şiirlerini vermişlerdir. Kavgadan aldıklarını şiire dönüştürerek kavgaya vermişlerdir.
Peki günümüzde toplumcu şiir var mı? Toplumcu kavga yenilgiden yenilgiye koşmuş... Şimdi toplumcu şiir elbette var Ama çoğunluğu yalnızlıkla, umutsuzlukla birleştirmiş şiirini.. Bu bakımdan 80 sonrası şiirinden söz edilmesi boşuna değildir. Çoğunluğu toplumcu yenilgi şairleridir bana göre... Şiirleri bu psikolojiyi yaymaktadır. Yusuf Hayaloğlu, Ahmet Kaya ve Nevzat Çelik’in bu psikolojide birleşen ürünler vermeleri rastlantı değildir.
Kimsenin peşinden gitmediği, gitmek ne kelime vebalı gibi kaçtığı bir kavganın şairleri de var kel aynaklar gibi.. Bu iş tıpkı spor meselesi gibi...Bir milyarlık Çin’i on milyonluk Çek takımı yeniyor.. Hayır aslında bu değil.. Çin’de futbol oynayan bir milyon arasından seçilen takım, çek cumhuriyetinde futbol oynayan 2 milyon içinden seçilen takıma yeniliyor. Kavga eden üç beş adamın içinden kavga etmeyenlerin karşı safta kavga edenlerin şairlerinden daha iyisinin çıkması zor. Var olanlar.bir kapıyı bekliyorlar birgün başka girenler olacaktır diye...
Son söz olarak şunu söylemek istiyorum:
HER KAVGA BİR ŞAİR, HER ŞAİR BİR KAVGA BESLER!
UYSAL HİMMET ASLAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder