6 Aralık 2006 Çarşamba

ADNAN DURMAZ: GÜNÜMÜZ ŞİİRİ ÜZERİNE NOTLAR



YERYÜZÜ AŞKIN YÜZÜ OLUNCAYA DEK  GÜNÜMÜZ ŞİİRİ ÜZERİNE NOTLAR



Yaşadığımız sistemde eğitim nedir? Eğitim üzerine bir sürü alıntı yapılarak bu soruya yanıt verilebilir.Eğitim yaşadığımız dünyada,dönen,insanı insanlıktan çıkartan devasa çarka bir cıvata,bir bobin,bir küçük çark yapma işi değil de nedir.Modern,çağdaş,uygar gibi sıfatlarla yapılan eğitim hamleleri,müfredat değişiklikleri sonuçta sizi,eğer iyi bir cıvataya dönüşmeyi başardığınıza inanırsa, bir yere monte ediyor.Bunu açıkça ve göstere göstere yapıyor.İçi boşaltılmış dersler okutuluyor.Eğitim kurumları anlamından fire vere vere, eğitim kurumu olmaktan çıkartılıyor.Baytardan,ziraatçıdan öğretmen yapıyor. İşlevini tam yerine getiremediği için,dershane adı verilen yoz  kurumlar türüyor. Orada ezber öğretiliyor.Cıvatanın eğitilmesi gerekmez, cıvata ezberler. Hitler,ünlü kitabı Kavgam'ın bir yerlerinde diyordu:"defalarca tekrar edin, sürekli aynı şeyi tekrarlatın,derin şeylere gerek yok" anlamında söylüyordu.Robotlaştırma, civatalaştırma, eşyalaştırma, şeyleştirme; insanlıktan çıkartma bu olsa gerek. Cıvataların yaşama biçimleri birbirine benzer.657 'nin yaşama biçimi birbirine benzer,çünkü ekonomik düzeyi aynıdır.Böyle olunca da,oturduğu evler, dünyaya bakışı,çocukları birbirine benzer. Eğlenme şekilleri,hobileri,hayalleri birbirine benzer.Bir ev,bir araba, yazın bir hafta on gün denize gitmek gibi hayalleri.Reklamlar onlara göre dizayn edilir,çocuklarının bilinç altına seslenen reklamlar..  

Geri dönüyorum:okullarda felsefe kaç saat okutuluyor,ya edebiyat kaç saat. Edebiyat ders kitaplarında,diyelim Yakup kadri'nin Yaban romanından iki sayfa koyarak,roman inceleniyor..İnsana düşünmeyi öğretmiyorsan,düşünmemeyi öğretiyorsun demektir.İnsana düşünmemeyi öğretmenin en kısa ve bilinen yolu,ezberletmektir. O halde gerçekten de düşünmeyen insanın olsa olsa olacağı bir cıvatadır. Okullarda İngilizce dersi türkçeden çok okutuluyor. Okullarda yararsız demiyorum ama,divan edebiyatı daha çok okutuluyor.. Daha önce de yazmıştım,dilini unutturduğun ve yerine başka bir koyduğun insanı kendi kültüründen,tarihinden,  geleneğinden kopartıyorsun.Bir ulusu yok etmenin en iyi yolu bu olmalı.Bobinsel,  cıvatasal,dişli çarksal ilişkiler çıkıyor ortaya. Arkadaşlıklar,aşklar,dostluklar artık işte bu anlattığımız insanın bir türlü memnun olmadığı arkadaşlıklar aşklar ve dostluklar oluyor. Çıkar.. 657 bir aile yaşamını devam ettirmek için kendine benzer ekonomik konuma aşık oluyor.Öğretmen öğretmene aşık oluyor veya yaklaşık bir gelir grubuna, yargıç yargıca,hekim hekime.. İstisnalar oluyor,ama sorun da çıkıyor.  

Güzel dediğimiz kavramı biçimlendirip televizyonlarda sunuyorlar.İşte güzel bu. İşte aşk da bu.Kültürel,ulusal değerlerle bağı zayıflayan insan kendisine sunulanı alıp,uygulamaya koymak istiyor.Ama kimse aşkı bulamıyor.Giderek,ya inkar ediyor,aşkı dostluğu ve benzeri,insan yaşamına anlam katan değerleri,ya da  her defasında duvarlara çarpıyor.Sanki büyük bir duvarın üzerinde bize gösterilen illüzyona koşuyor ama her defasında dubara çarpıyoruz.Belki aşık ve maşuk,en çok burada ateş ve pervaneye  benziyor..maşuka aşkla çarpıp yanıyor.Herkesin yaşamında onca hayal kırıklığı rastlantı değil.Sanki birer sanal canlı gibiyiz,ne kadar çırpınsak bize sunulan dünyadan habersiz,kötü kaderimizi oynamaktayız.İsterlerse bir günde en bilinçlimize bile kuş gribi palavralarını yutturup,yönlendirebiliyorlar. 

Cıvatalaşmış ya da insanlıktan çıkartılan toplumlarda,aykırı gidenler en şiddetli şekillerde cezalandırılıyor.Bu tür toplumlarda sanat eğitimi,kırk yıldır okullarda resim diye zorla sandalye çizdirmektir.Zaten felsefe gibi,resim ve müzik eğitimi de iyice daraltıldı.HİÇ BİR YETEĞİ OLMAYAN ÇOCUKLARA sandalye çizdiriyor öğretmenleri, oysa ne çok iyi olurdu,baktığı zaman bir resmin hangi ressama ait olduğunu bilmesi,onun resim anlayışı üzerine birkaç söz söyleyebilmesi resim zevki olması. 

Buradan hareketle açıkça diyebileceğimiz bir şey çıkıyor ortaya,bize abartılarak anlatılan bunca yazar ve şair,mutlak anlamda onu abartanların işine gelen şeyler yazıyorlar..İnsan oğlunun yaptığı her şey,geçmişin bilgi birikimleri üzerine zamanının geçerli değerleriyle ortaya çıkar.Ekmek yapmaktan ev yapmaya kadar tüm eylemler bu gerçeğe uygun olarak,kuşaktan kuşağa aktarılarak gelişmiştir.İçinde yaşadığı zaman ve koşulların var olan anlayışıyla kavrar insan ve bu kavrayışı geliştirir.Gerçeğin algılanışı da zaman ve koşullara göre farklı olmuştur.Sanatçı,kendi döneminin,kendisini etkileyen gerçeğini alıp,dönüştürerek tekrar dışa vurur.Dünyanın en iyi on ressamı aynı yerden aynı dağı çizse farklı çizecektir. '... gerçek ve gerçeklik kavramları sadece gerçek alanın başlıca sorunlarından değil, aynı zaman da (...) felsefî ve insanî bir sorundur. (...) Sürekli olarak düşünülmüştür: Gerçek sadece var olanı mı kapsar, yoksa araştırılması durumunda bizim için varolabilecek varsayımsal gerçekleri de kapsar mı Sadece bilincimize yansıyan nesneler mi gerçektir, yoksa imgelem alanına giren ancak henüz somutlanmamış kavramlar gerçeklik alanında yer alabilirler mi? Gerçekliğin bölünüp birbiriyle uzlaşmaz bölünmelere ayrılması insanın nesnel dünyayı ve içsel varlığını bütünsel olarak algılayıp kavramasına her zaman engel olmamış mıdır? ' Robotlaşmış toplumlarda her türlü gerçek,kalabalıklara,  istenildiği gibi değiştirilerek sunuluyor.
'İnsanlar içinde yaşadıkları ve kendilerini koşullandıran evreni anlamaya, kavramaya ve açıklamaya çalışmışlardır. (...) Bilim evreni, gereklikleri insan eylemiyle doğrulanmış kavramlar, ulamlar ve yasalarla yansıtır. İnsanca dayanan (...) dinin nesnel dünyaya bağımlı olmak gibi bir isteği yoktur. Sanat ise, bilim kadar olmasa bile, nesnel dünyaya bağımlı kalmayı amaç edinmiştir. Ancak onu nesnel dünya ile kelepçelemek gerekir. '(Özdemir İnce Şiir ve Gerçeklik) diyor Özdemir İnce..Her sanatın kendine özgü dilidir kullandığı araç.Ressam için dil renkler, şekiller,lekeler ve çizgilerdir.Edebiyatın ifade aracı ise,sözcüklerden kurulu olan dildir.Her ulusun kendi edebiyat geleneği vardır ve geçmişin mirası yaşanan zamana dil aracılığıyla bir gelenek olarak yaşanmıştır. 

Kendi ulusun için yazmıyorsan kimin için yazıyorsun ?
Bu günkü şiir geçmişin tüm şiir mirasından yararlanarak zenginleşmekte ve gelişmektedir. Yazıdan daha önce vardı şiir.. Şiir yalnızca günümüzde popülarite kazanan kelime cambazlıkları,söz incelikleri değildir.Karac'oğlan da yüz binlerce ağıt,türkü gibi engin kalabalıkların sinesinde zamandan taşındı günümüze. Toplumu robotlaştıracaksan,toplumun dilini şiirini romanını müziğini,her şeyini yozlaştıracaksın.Gerçeği çarpıklaştırma ustalarına şair ve yazar adını takıp payeler, ödüller dağıtılıyor.  Burada diyebiliriz ki,edebiyat gerçeği kavratmada ve çarpıklaştırmada büyük bir işleve sahiptir. Hastalıklı toplumlarda iltihaplanmadan aldığı pay kadar her hücre iltihaptanpayını alıyor..Kitlelerin bilinç düzeyi,sınıfsal konumu, sosyal yapısı, tabii ki ekonomik yapısı,iltihaplanma sonucunda nitelik değişimlerine,soysuzlaşmaya uğramak durumunda. 

Hiç kimsenin anlayamadığı şiirler yazmak ayıptır.Ama ayıp kavramı olanlar için ayıptır.  Orhan Veli resmi sanatçıdır; Milli Eğitim Bakanlığı'nın tercüme bürosunda çalışıyor,Yahya Kemal şairdir,büyükelçilik ve milletvekilliği yapmıştır.Garip şiir akımı haksızlığa karşı mücadeleyi reddeder,yılgınlığın akımıdır.O zamanlar resmi sanatçı devletin estetik anlayışını yazıyor.Günümüzde ise holdingler hesabına çalışıyor.(Salkım Hanımın Tanelerini yazan Yılmaz Karakoyunlu,ANAP sözcüsü oluyor) 1945'li yıllarda Anadolunun içinde bulunduğu durum şöyledir:Muhalif aydınlara büyük bir baskı uygulanmış bir sürü insan hapislere tıkılmıştır.Nazım'ın yükseldiği ve on üç yıl hapse  atıldığı zamanlardır. Rıfat Ilgaz o dönemde hapishanede verem olmuş,çıkınca da üç duvarı olan,dördüncüsü olmayan bir gecekonduda yaşamak zorunda kalmıştır.Bireyciliğin şairi Orhan Veli Süleyman efendinin nasırını yazarak,kişilerin gözünü ülkenin gerçeklerinden,kendi kişisel dünyasındaki sorunlara yönlendirmek üzere zuhur etmiştir.Garip şiiri,uyağı, her türlü söz ve anlam sanatını,aruz ölçüsünü, hece ölçüsünü reddeder.Halkın diliyle yazmak adına, bireyciliği körüklemektedir. Daha sonra,özeleştiri niteliğindeki şu cümleleri yazmaktadır Orhan Veli; 'Şiirlerimizin yadırganışı sadece alışılmış kalıpların dışına çıkışından değil; çıkmak isteyişinden, bunda ayrı bir keyif buluşundandı. Gayretimizin; nasıl bir sebebe dayandığı anlaşılınca biz de yumuşar gibi olduk. Gelgelelim, bu arada şiire girmiş olan bazı şeyler, şiirin öz malı imiş gibi, yerleşti kaldı. Bunlardan biri eski şiirin yüksekten konuşmasına karşılık, şiire-sokulan alelade konuşma; bir de eski şiirin büyük konularının büyük heyecanlanılın yanıbaşında yer alan, küçük alelade olaylar, küçük alelade-insanlardı. İlk niyet hiçbir şeyin şiir dışı kalmamasını sağlamaktı. Ama, bu yeni şiir yavaş yavaş yayılıp birçok kimse tarafından da tutulunca iş değişti. Genç okur yazarlar, hatta bu işle uğraşanlar, sandılar ki şiir yalnız küçük olayların, yalnız alelade bir dille anlatılmasından meydana gelir. Böyle böyle bu basitlik, bu alelâdelik şiirin bir tarifi, bir şartı oldu.'(Yaprak, sayı: 5.) .Oysa konuşma diliyle yazmak anlayışıyla ortaya çıkan ürünler,on bin yıllık şiir geleneğini tümüyle reddederek, şiirsizliğin ta kendisidir.Ülkemiz küçük burjuvasının kendine döndüğü her noktada yeniden popüler olmaktadır.Oysa Nazım'ın şiiri de "çınarlarında kolan vurup/hapishanelerinde yattığı"bu ülkenin diliyle dokunmuştur.NAZIM DER Kİ: '(...) Şiirimin kökü yurdumun topraklanandandır. Ama dallarıyla bütün topraklara, Doğuda, Batıda, Güneyde, Kuzeyde uçsuz bucaksız yayılan bütün topraklara, o topraklar üstünde kurulmuş medeniyetlere, büyük dünyamıza uzanmak istedim. İnsanoğlu nerede, ne zaman, hangi dilde olursa olsun, yüreğime ve kafama uygun bir şiir söylemişse, onun söylenişindeki ustalığı incelemeğe, ondan bir şeyler öğrenmeğe çalıştım.' Asıl iş,gerçeğe nereden, kimin yanından baktığın, nasıl algılayıp aktardığın oluyor. 

Batıda gerçeküstücülerin bilinçaltı devindirme akımının etkisini taşıyan 2. yeni ,garip şiir akımının salt anlatmaya anlama yönelişine de bir tepkidir.Anlamdan kurtulmak,sözdizimi dışında sözcükler üretmek,sözcüklerin gerçek ve mecaz anlamlarının ötesinde yeni çağrışımsal anlamlarla kullanılmasını uygulamaya koymuşlardır. 'Dil bir anlaşma aracıdır. Karşımızdakine, vapurun yüzdüğünü anlatmak mı istiyoruz, vapur'la yüzmek eyleminin dildeki işaretlerini, vapur'la yüzmek kelimelerini yan yana getiririz. Bir dilin kelimeleri birer işaret olarak gerçeği gözümüzün önüne getirmekle ödevlidir. Ama bizler konuşurken gerçeği kurcaladığımızı, gözden geçirdiğimizi pek anlamayız. Bir dili kullanmak; kelimelerin bizde uyandırdığı görüntülerin (imge, hayal) yardımıyla bir şey anlatmak demektir. O şeye anlam diyoruz. Bir sözün anlamı çoğu zaman o sözün gözümüzün önüne getirdiği görüntüden başka bir şey değildir. Ahmet Yürürken düştü sözünde olduğu gibi. Yürürken düşen Ahmet'in görüntüsü bu sözün anlamıdır. Her söz bir görüntü ve karşımıza çıktığına göre her sözün bir anlamı vardır demek yanlış olmaz. Ama biz sözle arasında bir ayrım yaparız. Bir sözün gözümüzün önüne gelen görüntüsü olabilecek bir şeyse o sözün anlamlı, olmayacak bir şeyse anlamsız deriz Ahmet düştü sözünün bir anlamı vardır, çünkü Ahmet düşebilir Lâmbanın saçları ıslak sözünün bir anlamı yoktur, çünkü lâmbanın saçı olmaz. Bir kelime sanatı olan şiirin sadece olabilecek görüntülere bağlanması istenemeyeceğinden anlamla da bağlı kalması istenemez.' (Oktay Rıfat Perçemli Sokak adlı şiir kitabının girişi)  Alın size aynı kitaptan bir şiir:
Mis kokulu güvercinleri gökyüzünün
Çıldırtırlar insan gözü kedileri
Ay doğar kuyulara yalın ayak
Telgraf tellerinde gemi leşleri
II
İşte kara dutları güneşin
Papatyaların renkli camları
Başaklan evlerin
Kan rengi kız çocukları yelesîz
Lokma lokma ağaçların altında
Tiren yolunda eğri büğrü
Damlan doğrayan makas

Gel bulutsuz masalara yaslan
Elimi tut büyüsün
Yüzüme bak çalsın
İçimdeki çalar saat
Dönüş yollarında sarmaş dolaş
Vapurlar geçsin aramızdan

İkinci yeninin gerçeği budur.Fazla yorum yapmaya gerek yok sanırım. Fakat bu şiir anlayışı dilin boyutlarının genişlemesine katkılar sunmuş bir anlayıştır aynı zamanda, özellikle zaman içinde ortaya çıkan bazı şair ve şiirlerde. Sözcüklerin dil içinde önemini açığa çıkartmada etken olmuştur.Ama şiiri toplumun dışına çıkartmış,şiirle gerçek arasındaki ,bağı kopartmıştır. Günümüzde ise açıkça anlamsızlığı yazanlar ,ortadadır.Açıkça ülke gerçeklerini ya çarpıtarak yazanlar ya da özenle bu gerçeklere kör bakanlar ortadadır.Robotlaştırmaya çalıştıkları kitleleri insani duygularından soyundurarak onlara gres yağı tadında söz kalabalıkları şırınga eden birer yağdanlık işlevi yapmaktalar şiiri (?) okuyun:
DNA
sen sen
sen sen
sen sen
sen
sen sen
sen ben
sen sen
ben ben
ben ben
ben ben
ben
ben ben
ben sen
ben ben
biz biz
biz biz
biz biz
biz
biz biz
biz
biz biz
onlar onlar
onlar onlar
onlar onlar
onlar
onlar onlar
onlar siz
onlar onlar 
KEOPS 
Ştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaşta
aştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaşt taştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaş ştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaşta aştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaşt taştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaş
ştaştaştaştaş nil öneminin farkında mı staştaştaştaştaştaştaştaştaş
aştaştaştaştaşta her kadını feda edebilirim onun için astaştaştaştaş
taştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaşt annemi bile staştaş
ştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaşta aştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaşt taştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaş ştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaşta
aştaştaştaştaştaş güneşin benden haberi var mı taştaştaştaştaştaş
taştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaş ştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaşta aştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaşt
taştaşta ölümsüz olduğum söylendi hep çocukluğumdan beri taştaş
ştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaşta aştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaşt taştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaş
ştaştaştaştaştaş rüzgarın emrimi dinlediği görülmüş mü taştaş
taşt aştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaş
taş taştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaşta
ştaştaştaştaş kum taneleri şu koca taşlara aldırıyor mu astaştaşta
aştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaş taştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaşta ştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaşt aştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaşta
taştaştaştaştaştaştaştaştaştaş ölümsüz taştaştaştaştaştaştaştaşt
ştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaş aştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaşta taştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaşt
ştaştaştaştaştaş faniliği anlayayım diye mi hastayım astaştaştaşt
aştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaşta taştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaşt ştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaş aştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaşta
taştaştaştaştaştaştaş niye yazıyorum bunları taştaştaştaştaştaşt
ştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaşta aştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaşt taştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaş ştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaşta
aştaştaş bir gün bir aspirin tableti bundan değerli olacak taştaşt
taştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaş ştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaşta aştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaşt taştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaş ştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaşta aştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaşt taştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaştaş 
devam edeyim mi
Davet 
zifirî
bir mağara
tabu
bu mekân
uzak'laş
ki yaklaş
tabut tabu
tabu
tabut
uçsuz
bu mağara
gir
bak
karanlık göz kamaştıracak
yaklaş
gözbebeğine
h/içe dönük
her çözüm
düğüm
her yol tuzak
uzak
yakındır
yakın
uzak

Varlık, Ekim 1996 
Bu şiirleri (!) Yapı Kredi Yayınları basabiliyor.Şairin adı Tarık Günersel; vatana millete hayırlı uğurlu olsun. 

Halkları aptal yerine koyanlar tarih boyunca bunun yanıtını çok sert bir biçimde almışlardır.İnsanlık denilen ulu orman,ne oğullar kızlar yetiştirerek binlerce diktatörü ve onların yağdanlıklarını,saltanatlarının yıkıntıları arasına gömmüştür. Zalim,kültürleri,duyguları,dilleri,aşkları yok etmediği sürece rahat uyuyamayacaktır. Bütün zalimler mutsuz ve hayal kırıklığı içinde ölmek zorunda Bu dünyadan erken giden Dostum Adnan Yücel'in dediği gibi "yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek" mazlumun hak arama direnişi,aşkın ve insanlığın direnişi devam edecek Adnan Yücel'i sevgiyle selamlayarak bitiriyorum sözümü..

YERYÜZÜ AŞKIN YÜZÜ OLUNCAYA DEK 

Aşksız ve paramparçaydı yaşam
bir inancın yüceliğinde buldum seni
bir kavganın güzelliğinde sevdim.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek! 
Aşk demişti yaşamın bütün ustaları
aşk ile sevmek bir güzelliği
ve dövüşebilmek o güzellik uğruna.
işte yüzünde badem çiçekleri
saçlarında gülen toprak ve ilkbahar.
sen misin seni sevdiğim o kavga,
sen o kavganın güzelliği misin yoksa...
Bir inancın yüceliğinde buldum seni
bir kavganın güzelliğinde sevdim.
bin kez budadılar körpe dallarımızı
bin kez kırdılar.
yine çiçekteyiz işte yine meyvedeyiz
bin kez korkuya boğdular zamanı
bin kez ölümlediler
yine doğumdayız işte, yine sevinçteyiz.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek! 
Geçtiğimiz o ilk nehirlerden beri
suyun ayakları olmuştur ayaklarımız
ellerimiz, taşın ve toprağın elleri.
yağmura susamış sabahlarda çoğalırdık
törenlerle dikilirdik burçlarınıza.
türküler söylerdik hep aynı telden
aynı sesten, aynı yürekten
dağlara biz verirdik morluğunu,
henüz böyle yağmalanmamıştı gençliğimiz... 
Ne gün batışı ölümlerin üzüncüne
ne tan atışı doğumların sevincine
ey bir elinde mezarcılar yaratan,
bir elinde ebeler koşturan doğa
bu seslenişimiz yalnızca sana
yaşamasına yaşıyoruz ya güzelliğini
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!

Saraylar saltanatlar çöker
kan susar birgün zulüm biter.
menekşelerde açılır üstümüzde
leylaklarda güler.
bugünlerden geriye,
bir yarına gidenler kalır
bir de yarınlar için direnenler... 
Şiirler doğacak kıvamda yine
duygular yeniden yağacak kıvamda.
ve yürek,
imgelerin en ulaşılmaz doruğunda.
ey herşey bitti diyenler
korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler.
ne kırlarda direnen çiçekler
ne kentlerde devleşen öfkeler
henüz elveda demediler.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!  

ADNAN YÜCEL  



ADNAN DURMAZ / 23 Haziran 2006

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder