MERHABA DOSTLAR !
Yeni bir sayıyı daha yüreğimizin potasından emeğin tezgâhına döktük... Dilerim, yaşadığımız sisli puslu günler içinde gözlerinizde birer umut kıvılcımı canlandırsın, bu sayıdaki ürünlerimiz.... Bu kıvılcımlar da inanç ve coşkuları alevlendirsin...
Bu blog, belki "EMEĞİN SANATI" gibi iddialı bir adın yükünü taşıyacak ustalıkta düzenlenememiş olsa da yüreğimizdeki coşku ve inancın bu adı omuzlayacak güçte olduğuna inanıyoruz...
Görüş, öneri ve eleştirileriniz, bizde daha önemli ve güzel çalışmalar yapabilme cesareti uyandıracaktır.
EMEĞİN SANATI
BU SAYININ SAVSÖZÜ
"Türkiye'de yaşayan şair ve yazarların, özellikle 1980'den sonra toplumsal ve insanal sorunlara karşı ilgisizleştiğini, kayıtsızlaştığını ve duyarsızlığını düşündüğümü söyleyeceğim. Bu süreçte, yazarın ve şairin sistemle bütünleşmesinin ve teknolojikleşmesinin başlıca rol oynadığını sanıyorum. Şairler, yazarlar, tam da Gouldner'in gözlemlediği ve betimlediği bağlamda, özgül ve özel bir dilleri olduğuna, bu dilin kamunun dilinden farklı ve ayrı olduğuna daha çok inanmaya başladılar ve edebiyatın ancak kendi profesyonelleri tarafından öğrenebilinecek, betimlenebilecek ve çözümlenebilecek bir teknolojisi bulunduğuna iman ettiler. Yazınsal alan, giderek endüstriyel alan haline geldiği ve uzmanlaşmaya itibar edildiği için, şairlerin/yazarların ideolojisi okurlara da içselleşerek/ içselleştirilerek, yazın toplumsal/in-sanal matriksini yitirdi. Sanırım, yazarlar/şairler de dâhil, Türk aydınlarının jeopolitik ve jeokültürel sorunlar üzerinde düşünmeyi yeniden öğrenmeleri, bu öğrenme süreci sırasında da yitirmiş bulundukları tarihsel/siyasal ve ideolojik/ kültürel misyonu edinmeye çalışmaları gerekiyor." AHMET OKTAY
YAŞAMDA VE SANATTA
15 GÜNÜN İZDÜŞÜMÜ
İNSAN HAKLARI GÜNÜ ve HAFTASINI KUTLADIK ?!?..
10 Aralık’ta İnsan Hakları Gününü ve Haftasını kutladık.... Tam inanıyorduk ki ülkemizde insan haklarının varlığına , önde tutulduğuna... 13 Aralıkta 17 yaşındaki Erdal Eren’in idamı, 19 Aralık 2000’de cezaevlerindeki katliam ve kırım aklımıza düşünce bu günün ülkemizde palavradan günlerden farklı olmadığı konusunda uyardı.... Tabii ki 24 Aralık Kahramanmaraş Katliamını da unutmamak gerekir. Şurası gerçek ki, kapitalizmin egemenliğindeki bir dünyada asla insan hakları olamayacaktır... İnsanlar gerçek hak ve özgürlüklerine sosyalizmin ışığıyla ulaşacaklardır.....
BİR DİKTATÖR DAHA TARİHİN ÇÖPLÜĞÜNÜ BOYLADI:
PİNOCHET ÖLDÜ!
11 Eylül, sadece “ikiz kuleler”in yerle yeksan olduğu zamanı simgelemez. O tarih, ABD emperyalizminin demokrasiye düşmanlığının da simgesidir. ABD, bundan tam 30 yıl önce Şili’de halkın oyuyla iktidara gelen Marksist lider S. Allende’yi bu tarihte devirmişti. Aynı oyunu bizde 7 yıl sonra, 12 Eylül’de görecektik.
Fidel Castro’nun, “Bu devrimci bir eylemdir. .. Öyle bir eylem ki, devrimciler değişimi, barış içinde yasal yöntemlerle gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Çağdaş toplumların tarihinde çok değişik bir yeri var bu değişimin.” diye tanımladığı Şili’de neler olmuştu. Halkın oyu ile gelen Allende, Şili’de sosyalizmi inşa etmeye başlamıştı. İlk olarak toprak reformanı başlatmıştı. 50 bin köylü ailesi toprak sahibi olurken, kentlerde de işçi ücretleri yüzde 66 artmış ve 100bin işçi konut sahibi olmuştu. Ardından bankalar devletleştirildi. Sırada Şili’nin en önemli kaynaklarından biri olan bakır madenleri vardı. Ancak bakır madenlerinin çoğu ABD’li şirketlerin elindeydi. Dönemin ABD başkanı Nixon, dışişleri bakanı Henri Kissinger’le görüşüp karar verdi.İlk önce ekonomik abluka uygulanacak, bunu takiben de suni olarak piyasadan bazı mallar çekilecekti. Böylece kuyruklar oluşacak ve dış destekli bir muhalefetin de yardımıyla kaos yaratılacaktı. Sonrasında da çok iyi bildiğimiz gibi ABD’nin güdümünde bir general öne çıkartılarak darbe yapılacaktı.
Beklenen darbe yapılır ve Allende 11 Eylül 1973’de Şili bayrağı elinde işbirlikçilere karşı silahla direnirken öldürülür.Barışçı yolla sosyalizme geçişin diğer ülkelere de örnek teşkil etmesinden korkup, demokrasiyi katleden ABD güdümlü cuntanın başı Augusto Pinochet, hakkında açılan davalar sonuçlanmadan 11 Aralık 2006’da 80 yaşında öldü.... Bugün Şilide ve dünyada faizmin katlettiği şarkıcı Victor Jara’nın kulaklarımızda çınlayan “Venceremos” şarkısı her zamankinden daha gür bir sesle söylenmekte....
Dileyelim, bizdeki Pinochet’ler, yargıda hesap vermeden boylamasınlar bu çöplüğü.....
NİHAYET BİZ DE NOBELLİYİZ!?!?...
Emperyalizmin kültür alanındaki ideolojisi olan postmodernizmin ülkemizde ilk ve önemli temsilcisi olan; ülkemizde edebiyata piyasa ekonomisini sokan; okuru müşteri olarak gören ilk yazar Orhan Pamuk nihayet Nobel’e uzanmanın dayanılmaz hafifliğini yaşadı ve yaşattı...... Onlar ermiş muradına !...
AVUKAT BEHİÇ AŞÇI 254 GÜNDÜR ÖLÜM ORUCUNDA
Bu süreçte Avukat Behiç Aşçı tüm hukuksal çabalarının engellenmesi sonucu 5 Nisan Avukatlar gününden bu yana ölüm orucuna yattı. Ölüm orucunun 254. gününe ulaşan Behiç Aşçı, ölüm orucuna yatış nedenlerini bir bildiriyle açıkladı. İşte bu bildiriden can alıcı bölümler:
“Sadece İstanbul’da 20 kadar infaz dosyasında ölenlerin yakınlarının Avukatlığını yaptım. Tümünde sanıklar polislerdi ve ölenler de halktan insanlar. Bazı infazlarda görgü tanığı olmasına, bazı ölenlerin vücutlarında 50-60 kadar kurşun girişi olmasına, bazı infazlar bizzat polis telsizi kayıtlarından tespit edilmiş olmasına rağmen tüm davalarda polislerin beraat ettirildiğine tanık oldum. Adeta bu ülkede hakimlerin de bildiği, yazılı olmayan ve bizim görmediğimiz, bilmediğimiz başka bir hukuk-yasa uygulanıyordu. Hapishanelerde kafaları kırılarak öldürülen insanların yargılandığına tanık oldum, öldürenlerin değil.
Ve elbetteki 19 Aralık HAYATA DÖNÜŞ OPERASYONU. 20 hapishanede aynı anda başlatılan bu operasyona Kıbrıs Savaşından sonraki en büyük silahlı güç katılmıştır. Bilindiği kadarıyla 20000 bomba atılmış, onbinlerce mermi sıkılmıştır. Bazı hapishanelerde ne olduğunu hala bilmediğimiz kimyasal silahlar kullanılması sonucu insanlar yakılarak öldürülmüştür. Sağmalcılar Hapishanesinde 6 kadın diri diri yakılarak öldürülmüştür. Sağmalcılar ve Ümraniye Hapishanelerinde atıldığında insanların etlerini, derilerini yakan ama üzerlerindeki elbiseleri yakmayan gazların kullanıldığını tespit ettik ve bu gazların kimyasal tespitini yaptıramadık. 28 kişinin ölümüyle sonuçlanan operasyondan sonra tutuklu ve hükümlüler F tipi hapishanelerdeki tek ve üç kişilik hücrelere kapatılarak tecrite alındılar. Tecrit koşulları ağırlaştırıldı. Aile, Avukat görüşleri engellendi, yasaklandı. Kitap ve yayın alımı engellendi. Tecrit ve yalnızlık üç kişinin intihar ile ölmesine, yüzlerce kişinin psikolojik sorunlar yaşamasına, yüzlerce kişinin de fiziki hastalıklar yaşamasına yol açmıştır. (.................)
Ben Avukat olarak 6 yıldır elimden geleni yaptığımı düşünüyorum. Suç duyuruları, davalar, şikayetlere rağmen tecritin kaldırılması konusunda hiçbir adım atılmamıştır. İşte bu nedenle 5 Nisan Dünya Avukatlar Günü’nde yapabileceğim son şeyi yaparak Ölüm Orucu’na başladım. Kendime ait bir talebim yoktur. Hapishanelerdeki tecritin kaldırılması tek talebimdir. Beni bu eylemi yapmaya iten Adalet Bakanlığı’dır. Eylemime intihar eylemi olarak bakmıyorum. Elbette yaşamayı ben de seviyorum ve istiyorum. Ama müvekkillerimin tecrit koşulları altında tutulduğunu seyrederek yaşamak istemiyorum. Her gün eriyip yok olmalarını izleyerek yaşamak istemiyorum. Onlara karşı bir vicdan borcum var ve bunu ödemeliyim. “
Dayanışma için e-posta adresi: avukatbehic@mynet.com
ERDAL EREN UNUTULMADI, UNUTTURULMAYACAK !
12 Eylül faşizmi tarafından 17 yaşında 13 Aralık 1980 günü idam edilen ERDAL EREN’i ölümünün 26. yıldönümünde saygıyla anıyoruz...
Sadece Türkiye tarihine değil, dünya tarihine de kara bir leke olarak geçen 12 eylül faşist cuntası, 17 yaşında idam sehpasına yolladığı Erdal Eren adıyla da lanetlenmeye devam ediliyor. Bir askeri öldürdüğü iddiasıyla, “jet hızıyla” yapılan göstermelik yargılama sonucu idam edilen Erdal Eren, savaşımıyla , karalılığı ve bilinciyle yaşayacak hep...
Erdal Eren’i idam sehpasına kadar götüren süreç, ODTÜ öğrencisi Sinan Suner’in, 30 ocak 1980’de katledilmesiyle başladı. Ankara’nın yukarı ayrancı semtinde yazılama yapan Sinan Suner, MHP’li bakan Cengiz Gökçek’in koruması Süleyman Ezendemir’in kurşunlarıyla öldürüldü. Suner’i vurmakla yetinmeyen Ezendemir, arabaya aldığı Suner’i başkent sokaklarında dolaştırdı, işkence etti. Öldüğüne emin olunca da hastane kapısına attı Suner’in cesedini. Olayın duyulmasının ardından, 2 Şubat 1980’de Sinan Suner’in öldürüldüğü yerde protesto gösterisi yapıldı. Gösteriye müdahale eden askerlerle göstericiler arasında çıkan çatışmada er Zekeriya Önge ölürken, Erdal Eren’le birlikte 24 kişi gözaltına alındı. Eren, Zekeriya Önge’yi öldürdüğü iddiasıyla tutuklandı. 2 şubat’ta gözaltına alınan Erdal Eren, tarihin en hızlı yargılamasının ardından, 19 mart 1980’de idama mahkum edildi. henüz 17 yaşındaydı erdal eren. ne yaşına bakıldı, ne avukatlarının sunduğu delil ve tanıklara. dünyanın dört bir tarafında idama karşı tepkiler yükseldi, imzalar toplandı. ancak karar mahkeme öncesinden verildiğinden, yargıçlara sadece emri uygulamak düştü. Askeri Yargıtay 3. dairesi’nin, önce “delillerin noksanlığı” nedeniyle esastan, ardından da, idamın müebbet hapse çevrilmesini gerektiren “TCK’nın 59’uncu maddesinin uygulanmaması” nedeniyle usulden bozmasına rağmen, daireler kurulu iki kararı da reddetti. red kararlarıyla yargılamanın yeniden yapılmasının yolu kapatılırken, Eren’in avukatı Nihat Toktay, kararı, “Yargıtay içinde bitirildi” diye değerlendirdi. Güvenlik konseyi tarafından onaylanan karar, dünya çapında yürütülen “idamı engelleyelim-Erdal Eren idam edilemez” kampanyasına rağmen 13 Aralık 1980’de Ankara Merkez Cezaevi’nde infaz edilirken, faşist cuntanın başı Kenan Evren’in, “Asmayalım da besleyelim mi? sözleri faşist cuntanın anlayışını özetliyordu.
BEHÇET NECATİGİL’İ ANIYORUZ....
Burjuva edebiyatçılarca “küçük duyarlıkların şairi “, olarak nitelenen, ama evinin penceresinden dünyaya açılan yüreğinde insanî gerçekleri de yansıtmaktan çekinmeyen şair Behçet Necatigil 13 Aralık 1979’da geride kendi şiir-düz yazı çevirilerden oluşan altmış üç yapıt bırakarak aramızdan ayrılmıştı. Kendisini PANİK şiiri ile anıyoruz:
PANİK
Artık ıssız kırları bıraktı Pan;
Şimdi birçok ülkelerin milyonluk kentlerinde
Asfaltlarda, betonlarda dolaşıyor
Kızgın, uzun yazların öğlen saatlerinde.
Blok apartmanların şahane katlarından
En çalımlı taşıtlara atlıyor.
Devcileyin arkalar, koskoca bankalardan
Yanında yardakçılar, yaşıyor.
Sessiz dilsiz kimseleri kestiriyor gözüne,
Dişlilerden kaçıyor.
Fabrika duvarları sağır kale kapıları
Yılgın yorgun adamlar, bezgin ürkek kadınlar..
Çullanıyor onların az ekmek sevincine.
Değil yalnız yazların kızgın sıcaklarında
Hemen her gün, hele büyük kentlerde
Bulvarları tarıyor, hain gülüşleri sessiz.
Pan’la karşı karşıya, gözleri kararıyor
Katı cıvık asfaltta yalın ayak bir işsiz.
Yoksullar açlar hastalar sürünürken
Kentlerin göbeğinde, kuytu köşelerinde;
Hıncını alamamış sanki insanlardan
Uygarlığı zalim, daha da azıtıyor
Atom bombalarında, uzay füzelerinde.
Yarınlar? Gizli kara gazete haberlerinde
O varsa ekmeklerde, sularda ağulu;
Hattâ çocuk yüzlerine düşmüşse gölgesi,
Keser bizim gibiler yarınlardan umudu.
BEHÇET NECATİGİL
KAMU EMEKÇİLERİ İŞ BIRAKTI.........
AKP iktidarının hazırladığı ve halkı daha da yoksullaştırma politikasının adı olan, 2007 bütçesine karşı kamu emekçileri 14 Aralık günü ülke genelinde iş bırakma eylemi yaptı. TİS, grev hakkı, çalışma yaşamının demokratikleşmesi, iş güvenceli istihdam, insanca yaşanacak ücret, sağlık ve eğitime daha fazla bütçe, talep eden binlerce kamu emekçisi birçok ilde alanları doldurarak taleplerini haykırdılar....
COŞKUNUN VE İNANCIN ŞAİRİ ŞÜKRAN KURDAKUL’U ANIYORUZ
Türk Edebiyatında sosyalist gerçekçiliğin önemli adlarından olan şair ŞÜKRAN KURDAKUL’u 15 Aralık 2004'te, 77 yaşında yitirmiştik. Bir şair olduğu kadar da bir örgütçü ve eylem adamı olan ŞÜKRAN KURDAKUL, TİP Balıkesir İl Başkanlığının yanı sıra uzun yıllar yazar örgütlerinde de başkanlık yapmıştı...Ölümünün ikinci yıldönümünde şiirimizin gür sesli ozanını saygıyla anıyoruz.
“Gücünüz varsa sizin / Sözcüğü tutuklayın. / Öğrenci, kitap, türkçe / En güzel kavramı dilimin / Özgürlüğü tutuklayın !
Ben ki düşünüyorum / Var olduğumdan beri / Silahlar bana dönük / Savaşlar sizin için / Gücünüz varsa artık / Usumu tutuklayın.
............”
19 ARALIK KATLİAMI UNUTULMAYACAK!..
Bundan altı yıl önce 19 Aralık 2000’de en vahşi hapishane katliamlarından biri yaşandı. Katliamın hemen ertesinde bu dört yıllık zaman diliminde hapishanelerde, tecrit ve izolasyona karşı direnişlerde, ölüm oruçlarında 117 devrimci yaşamını yitirdi, yüzlercesi sakat kaldı.
Ama devrimcilerin savaşım azmini kıramadı bu katliam... Onur ve siyasi kimlik mücadelesinde son derece zengin bir savaşım geleneğine sahip olan devrimciler bu saldırıya karşı da ölümüne direndiler. 100’ü aşkın şehit, yüzlerce sakat verildi bu uğurda. Binlerce tutsak F tipi cezaevlerinde ölüm hücrelerine kapatıldı ama yine de teslim alamadılar devrimci iradeyi. Direniş bugün farklı biçimlerde de olsa sürüyor, sürecek de.
Kazanan direniş olacaktır...
NOT: E-Dergimize yapıt göndermek isteyen dostlar, emegin_sanati@mynet.com adresine gönderebilirler. Ayrıca grubumuza üye olarak, grup adresi yoluyla da bizlerle ilişki kurabilirsiniz: http://gruplar.antoloji.com/emegin-sanati Google Grup E-Posta Adresi: emegin_sanati@googlegroups.com Facebook Grup Adresi: http://www.facebook.com/album.php?aid=9847&id=100000398597738&saved#!/group.php?gid=25084311107 Twitter Adresi: http://twitter.com/#!/emeginsanati Emeğin Sanatı E-Kitaplığı: http://issuu.com/emeginsanati
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder