UÇURUMUN AĞZINDAKİ ŞİİR
Maskesiz yaşam gücünü yakalayan ve yüreğinin mağaralarını ardına kadar açanlara karşı duyulan ilk izlenim korkudur. Çünkü onlar başkalarının içindeki “ben”i harekete geçirecek, baskılar, alışkanlıklar ve kolaycılıklar sığ sularda çalkanıp duran ruhlar yeni bir rüzgârın soluğuyla altüst olacaktır
Şiirin kanadı özgürlüktür. Emperyalizmin dayattığı yabancılaşmayı, bizi kuşatan hücreleri, içimizdeki ve dışımızdaki karakolları yıkmanın yolu yürekli yaşamak, dünyayı sorgulamak, sürekli derinleşmek ve korkusuzca dışa vurmaktır içimizdeki çocuğu.
“Tüm aydınlık sular arasında/köprülerin gölgelerinde en az oyalananlardır/yeniden nitelendirilmiştir/içindeki gelecek yaşamdır şiir”. İnce ve yüce bir duyguya dayanması için ülke ve dünya kültürüyle harmanlanması gerekir. İmgelerin altını kaldırıp baktığımızda bilgelik ve gerçeklik çıkmalı karşımıza. Dizeler kendi gizlerine sürüklemeli okuru. Derinlere indikçe gerçeğe daha çok bağlanır insan. Her sözcük, her harf şiirsel ve felsefî yönünü onurla taşımalı... Güvenli kıyılarda yüzmez şair, uçurum ağızlarına gerili bir ipte tek ayağı üstünde durur, hüzünle gülümser bize.
Tüm sıkıntıları ve ezilmişliğiyle bir tıkanıklık dönemi yaşanıyor günümüzde şiirde, yeni hep yadırganıyor. Bu çılgın ve dönüştürücü gücü sevmiyor egemenler. Tufan günler kendi imgelerini yaratıyor çünkü. Dizeler ezilmişlerin öfkesinin biriktiği denizi taşırır diye korkuyorlar.
Edebiyatta metalaşma, sanatçının ekonomik ve sosyal korunaksızlığı, düşünce üzerindeki baskı militer güçler gibi şairin üzerine saldırıyor. Biri daha rengini soldursun, biri daha düşsün bankaların kültür merkezlerinin haraç mezat tuzaklarına diye...
Oysa özveri demektir şiir. Çöller boyu bedevi olmaktır. “Yiğitlerin ciğerlerini hilton ruhlarında meze yapıp yiyenlere” sunmaktansa, bütün yazdıklarını bir bavula koyup fitili ateşlemektir.
Kapitalizm gerici kurum ve değer yargılarından beslenir. Ve bunlar eskiye sığınmasını ister insanın. Ama insanoğlu eskittiği şeyleri aşarak yenilerine ulaşabilir. Şiirin sınırsız akışına uygun olan süreç de budur.
Hepimiz tanıyoruz onları. Varlığının kızıl yanını köle tacirlerine teslim etmektense yok olmayı seçen o kadar çok sanatçıyı konuk etti ki tarih. Vaptsarov, Lorca, İlya Ehrenburg, Victor Jara, Pir Sultan Abdal gibi...
“Aşk için kurşuna dizilmek nasıl bir kararlılıktır Leo? Hayatın onca güzelliğini es geçen düşlerin kurşuna dizilir gibi bir yalnızlığı yaşaması haksızlık değil midir? Bu yüreği taşıyanların hayatlarında ne tür güller açar... Sonuçta neyiz biz Leo, oynanan oyunun bir parçası mı yoksa oynamak zorunda olduğumuz rollerin bir bütünü müyüz?.. tüm olmak gerçekten zor mudur Leo?.. Hayat aşk uğruna ölünebilecek kadar tüm olmaktır...”
Gelişim ve değişim adına, vareden ve dönüştüren yaşam adına kutsuyorum onları... Öyle yaşayıp öyle ölmek istiyorum. Yıldızlara söylemek istiyorum şiirlerimi, ıssız adalara, dağlarda savrulan karlara... İsterse kimsecikler bilmesin beni.
İçlendikçe kendinle barışır, hiçlendikçe çoğalır şiir...
RUHAN MAVRUK
KAYNAK: Devrimci Demokrasi Dergisi/1-16 Haziran 2004
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder